Rayların giderek hızlanan ritmik sesi kalp atışlarımla karışıyor. Kompartımanın eskimiş ve karanlık ruhunu, beş dakikada bir hızlı adımlarla holden geçen görevlinin feneri aydınlatıyor. Sinema ekranı gibi olan pencerede, gecenin karanlığında kendimle tanışmakla meşgulüm.
Cılız bedenime büyük gelen ürkek gözlerim ve yaralarla dolu harabeyi andıran tıraş edilmiş kafamla, sekiz yaşında gözükmüyorum. Gözüm istasyon ışıklarının aydınlattığı garip desenli fularında, bir de kafanın düştüğü o omuzda. O pis elleri avuçlarının içinde sımsıkı tutmuşsun, benim ellerimi hiç kavramadığın sıkılıkta.
Bir keresinde de böyle el ele, bahçedeki taş duvarın orada öpüşürken görmüştüm sizi. Ali abiyle yani. Filmlerde gördüğüm gibi ağzından öpmüştü seni. Babam mahpushaneye düştüğünden beri daha çok gelir gider olmuştu bizim eve. Ya geceleri ya da gün aymadan ölüm sessizliğinde gelir giderdi. Karşılaştığımız vakitlerde de elime üç-beş kuruş tutuşturup bakkala ya da meydandaki yazlık sinemaya yollardı beni. Uzun yol şoförüydü Ali abi. Elinden sigarası ve tespihi eksik olmazdı, bir de saçından briyantini.
Babamın yaptığı gibi zaman zaman anneme kızmışlığı da vardı. Hatta bir keresinde bahçede, benim dinlediğimi bilmeden bas bas bağırmıştı. “Yeter artık kızım yeter, senden de bıktım piçinden de! Ya dediğim gibi bırakır piçini gelirsin benimle, ya da sen yoluna ben yoluma!” demişti. Annem ise ağlamaklı sesiyle radyodaki acıklı şarkıya eşlik ederek bir yandan da çiçekli çay bardaklarınızı rakıyla doldurma telaşındaydı.
Tren giderek hızlanıyor, elektrik direklerini sayamaz oldum. Lunaparkta annemle bindiğimiz oyuncak tren gibi, çok mutluyum. Görevlinin sigarayla yoğrulmuş çatallı sesiyle irkiliyorum. Yeni bir istasyona geliyoruz. Yandaki vagondan çok güzel kokular geliyor, kızarmış ekmek kokusu, bizim ev gibi. Işıkların yanmasıyla sarmaşık gibi olan bedenleriniz yavaş yavaş birbirinden ayrılıyor. Ali abi elbisenin açılan düğmesini düzeltiyor, gülüyorsunuz!
Bense içtiğim gazozun cezasını çekiyorum. Pantolonumun ön kısmını sıkı sıkı tuttuğumu gören annem “Al da oğlanı bir tuvalete götürüver” diyor. Sallanan kompartımanda, önlü arkalı yürümeye çalışıyoruz. Tekerleri olmayan plastik polis arabamı sıkı sıkı tutuyorum, ödüm kopuyor tek oyuncağımı kaybedeceğim diye! Tuvaletten gelen koku midemi bulandırıyor. Ali abi direksiyon sallamaktan nasır tutan elleriyle kafamı hafifçe ittiriyor. “Hadi gör işini sallanma, bir yere de kaybolma birazdan gelirim” deyip toz oluyor. Babamın bir anda yok olduğu gibi! Rengi solmuş, iplikleri eprimiş donumu indirip acele acele işiyorum. Çıkınca yine görüyorum Ali abiyi, briyantinli kafası gecenin karanlığında ay gibi parlıyor. Saçları da kalbi gibi simsiyah. Annemi görüyorum, ilk defa merak etmiş beni. Soluk yüzü, dalgın bakışlarıyla rengi alınmış fotoğraf gibi.
Koridordan gelen kokular karnımı iyice acıktırıyor. Trende yemek pahalıymış. “Paramız yetmez.” diyor annem! Uzaktan sapsarı dişleriyle sırıta sırıta geliyor Ali abi, simit almış. Taş gibi simidi dişledikçe sallanan dişim iyice oynuyor, düştü düşecek. Ali abinin ipin bir ucunu dişime, bir ucunu kapıya bağlayıp çekmesinden iyidir. Köstekli saatinin kırılan camına bakıp, anneme saati söylüyor. Sonra yine kafa kafaya verip rüyaların derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyorlar. Annem “Yerinden kalkma sakın, başımızı belaya sokma, adam gibi oyna” diye tembih etmeyi de ihmal etmiyor!
İstasyonlar çok renkli, Burhaniye’ye az kalmış, şimdi gördüm tabelada. Ayşe teyze’ ye gezmeye gidiyormuşuz. Bahçeli evi varmış. Oyun da oynarmışım. Hem arkadaşlarım da olacakmış. Annemi dinlerken göz kapaklarım düşüyor, uykunun etkisine girdim.
Sabah güneşinin aydınlattığı, cama düşen kafam doğruluyor. “Geldik, az kaldı hazırlan” diyor annem ve elindeki yiyecek poşetlerini toparlıyor. Bana da iki atlet, iki yamalı pantolonun olduğu tahta bavulumu taşımak düşüyor. Trenden inip hızlıca minibüslerin olduğu yere gidiyoruz. Şoföre adresin yazılı olduğu kâğıdı uzatıyor Ali abi. Minibüs ağzına kadar dolu. Sigara kokan nefesler birbirine karışıyor. Radyodaki şarkıya ıslıkla eşlik etmeye çalışıyorum. Kafama bir şaplak yiyorum, Ali abinin elinin izi kafamda. “Şımar sen şımar bakalım, Ayşe Teyzen’de de böyle azabilecek misin ?” diyor en gıcık ses tonuyla. Kutu kadar, bahçeli bir evin önünde iniyoruz minibüsten. Ali abi, “Hadi bırak gel, hemen gidelim. Yolumuz uzun” diyor. Çocuk saflığıyla hangi yüklerini bırakacaklarını bilmeden gülümsüyorum.
Kapının eşiğinde bizi, kızartma kokulu evi ve tombul cüssesiyle Ayşe Teyze karşılıyor. “Geçin içeri azcık soluklanın, bazlama yaptım size, atıştırıverin.” diyor. Annem ağzını açıp bir şeyler söyleyecek gibi oluyor ama söyleyemiyor. Gözyaşları buna engel. Sımsıkı sarılıyor. Kokusunu bir ömür üstüme bırakıp, çiçeklerle döşeli bahçe yolundan arkasına bakmadan uzaklaşıyor. Giderken çocukluğumu paslı bir demir kapının arkasında bırakıyor.