Gözüm sürekli kayışı eskiyen saatimde. Akrep ve yelkovan üst üste gelecek diye ödüm kopuyor. Kalbim sanki ağzımda atıyor. Üstümde Aziz’in iki beden büyük ceketiyle babasını taklit eden çocuklar gibiyim. Bu durumu bile umursayacak halim yok. Dünya dursa, mahalle yansa umurumda değil. Birazdan elinde filesiyle, balık pazarının köşesindeki sokakta Neriman gözükecek. Beş ay, on üç gün, altı saattir yanığım Neriman’a.
İlk gördüğüm günü adım gibi hatırlıyorum. Cepte yine para yok. İhsan Abi’nin bakkala veresiye yazdırmaya gitmiştim. İhsan Abi’ye ay başında ödeyeceğime dair her zamanki yalanlarımdan söylüyordum ki kapıdan o girdi. Allah’ım o an öldüm de anamdan yeniden doğdum sandım. Bir ışık huzmesi beni içine aldı. “Bir paket Samsun, iki naneli ciklet” deyişindeki ses kulaklarımdan aylarca gitmedi hatta rüyalarıma girdi. Saçlarının karası, gözünün ışıltısı, dudağının kenarındaki hafif tebessümü o an otuz yıllık ömrüme ömür kattı.
Bakışlarımdan olayın nereye varacağını bir çırpıda anlayan, yılların yaşlı kurdu İhsan Abi “Bak işine oğlum, bu kız sana yaramaz. İyi kızdır, hoş kızdır Neriman ama düşmüş bir kere bu yola, aşağı mahallede madamın evinde çalışır. Madamın evini bilirsin genç adamsın, şimdi beni söyletip de günaha sokma, tövbe tövbe.” deyip elindeki kehribar tespihiyle oynamaya devam etmişti.
İlk karşılaşmamız böyle olmuştu Neriman’la. Aylar sonra bile ilk günkü heyecanımla bekliyorum onu. Hatta bütün hafta bugün için yaşıyorum. Yıkanmaktan rengi gitmiş gömleğimi özenle ütüleyip, kapının kırık koluna heyecanla tutturuyorum. Kutusunda az kalan briyantinimi, bekâr evinde alan olmasın diye yastığımın altında özenle saklıyorum. Bizim çocuklar sabah akşam benimle dalga geçiyorlar. -Neriman gibi güzel biri bana bakar mıymış, hem baksa bile böyle kadınlardan karılık, analık beklememek lazımmış. İstekleri hiç bitmezmiş, yetemezmişim, hayatım sönüp gidermiş.- Ama ben çok iyi anlıyorum onları, kendilerinin böyle bir şeyi dillendirecek bile cesaretleri olmadığı için kıskanıyorlar beni. Her şeyimle onlardan çok farklıyım. Daha hayatlarının başındalar ama o kadar yorgun ve mutsuzlar ki! Ya ben öyle miyim? Heybetimle bastığım yeri titretirim. Taşı sıksam suyunu çıkarırım. Anamın deyişiyle dağ gibiyim.
Allah’ın izniyle yakın zamanda bir de iş bulursam açılacağım Neriman’a. Tüm hislerimi anlatacağım. Karşısına geçip “Yalnız değilsin, ben varım.” diyeceğim. Elinden tutup uzaklara anamın yanına götüreceğim. Yörük kızı olmak da pek yakışır Neriman’a. Ben çalışırken zavallı anama da bir nefes, bir can yoldaşı olur. Anacığım kızı gibi sahiplenip,pamuklara sarar onu. Çocuklar doğup, ailemiz genişledikçe kendi halimizde yaşar gideriz. Toprağımız bize nankörlük etmez, yıllarca kaç nüfusu doyurmuş, bizi de doyurur. Bereketlidir. Büyük şehir öyle mi? Girdap gibi içine alır seni, girdin mi kaybolur gidersin. Yutar seni, kimsenin haberi olmaz. Bir bakmışsın bütün şehir sırtında kamburun olmuş. Bu kamburla ömrünü tüketirsin.
Aklımdan bu düşünceler geçerken, kafamı ıslatan yağmur damlalarıyla kendime geliyorum. İnceden bir yağmur yağıyor. Ahmakıslatan dediklerinden. Sabahtan yana tarayıp, briyantinlediğim saçlarım bozulmasın diye tezgâhların sonundaki brandanın altına sığınıyorum. Pazar yeri yine renklerin en güzel tonlarını içinde barındırıyor. Tezgâhlar âdeta yeşilin, sarının ve kırmızının oluşturduğu bir renk cümbüşü. Pazarcılar ellerindeki fırçalarla bir ressam titizliğinde sebze ve meyvelerini temizliyorlar. Serpiştirdikleri su damlalarıyla tezgâhlarına sanki yeniden hayat veriyorlar. Sesler, uğultular birbirine karışıyor. Pazarcı Ramazan Abi, gurbette bıraktığı ailesi için yine yanık sesiyle bir türkü tutturmuş, karşı tarafta abilerin en güzeli, pazardaki lakabıyla -Kabak Hikmet- tezgâhında son ses bağırmakta, kafasında taşıdığı tablasıyla simitçi Hüseyin “Çakırın simitleri bunlar” diye bütün pazar yerini dolaşmakta. Neriman’ın sokağın köşesinde gözükmesine tahminlerime göre tam tamına on dakika var.
Fiyakalı üstüm yağmur damlalarıyla bozulmasın diye, brandanın altında biraz daha kalmaya kararlıyım. Havanın soğukluğu, hafiften esen rüzgâr bile keyfimi kaçırmaya yetmiyor. Yeryüzünün en mutlu insanı olabilirdim ta ki, o korkunç cümleyi duyana kadar. Kulaklarımda o ses giderek daha da büyüyor, ağızlardan çıkan o cümle celladım olacak. Neriman söylenenlere göre, dün gece pazarcı Osman’la birlikte kaçmış. En son otogarda birlikte görülmüşler, İstanbul’a giden bir otobüse binip meçhule doğru bir yolculuğa çıkmışlar. Giderken yalnız gitmemişler, Neriman’ın doğmamış bebeğiyle üç kişi gitmişler.
Kalabalığın içine Neriman’ın gözümün önünden gitmeyen hayaliyle yürüyorum. Gözyaşlarımı yağmur damlalarına katarken, ilk kez kendime yenildiğimi hissediyorum.