Bana gözlerinden su verdiğin günden beri tanırım bu şehri.
Her sabah merhaba dediğim, çiçeğini suladığım, mevsimine taptığım…
Çatlamış dudaklarımda sevişen bir ıslık,
Ne garip bir dünyaymış dedirtiyor.
Zaman ikimizin de ilacı olamamış.
Savurup durmuşuz duygularımızı.
Oysa aynı sokakta büyüyen sevdalı iki çocuk…
Bir sevgiyi paylaşamamış.
İçine kin işlemiş büyüttüğümüz çiçeğin.
Sabrıydı çarmıh İsa’nın.
Biz ise sabra düşmandık.
Geçip giden bir zamanın içinde yonttuk sandık sevgiyi.
Öldürmüşüz, kirletmişiz, görmemişiz.
Kim bilirdi ki rüzgârın aklına uyup bedeni terk edecekti yapraklar.
Sonumuz bilmediğimiz hayırlara kalmış gibi,
Cehaletimize veremedik gururumuzu,
Kalkıp gitmek en büyük gururdu.
Yüzümüzden okunan bir yalnızlığın dibine düştük görmedik.
Şarap tadı gibi sarhoştu düşüncelerimiz,
Ayılmasını beklemedik.
Elele verip düşman güldüremeyebilirdik,
Ya da ihtilali olabilirdik kuru bir gürültünün.
Yıldızların eski tadı yok,
Sokakların eski sesi,
Çocukların neşesi…
Bi’ biz olamadık ve gittik.