Pandeminin ilk ayları…
Hayatın bütün alanlarında, her şey kesintiye uğradı…
Hepimizin evlerine kapanıp, durumu anlamaya çalıştığı kaygı ve umutsuzluk günleri…
Karabasanların üzerimize çöktüğü bu gibi zamanlarda en iyi sığınma aracı kitaplar…
Öyle ya, yaşadığımız o andan, başka zamanlara, başka hayatlara yelken açıyor ve durumlarımızı unutuyoruz ya… Ya da yazmak…
Benim alanım tiyatro.
Günlük, öykü ya da roman değil. Oyun yazmalıyım ben… Görevci bir duygu bu…
Son yazdığım oyun “Aşık Mahzuni Şerif” Çok sevildi, çok seyredildi ya; özgüvenim yüksek… Yeni bir oyunun hazırlıklarına başlamak gerek. Pandeminin bilinmezlikleri, umutsuzlukları bu yolla aşılabilir. Öyle ya, her şeyin ilacı üretmek… Biyografik oyunları seviyorum. Çok sıkı araştırma gerektiriyor. Bildiğini sandığın birçok konuda yanıldığını anlıyorsun. Ne kadar eksik olduğunu… Ezberlerin bozuluyor. Bu büyük bir hazırlık süreci. Bu emeği, çabayı hak eden ve tarihin satır aralarında bekleyen o kadar çok yazar, sanatçı, düşün insanı var ki…
Bizim kuşağı “biz” yapan yazarlardan Orhan Kemal ve Rıfat Ilgaz arasında gidip geliyorum… Orhan Kemal, başka bir bahara kalıyor. Rıfat Ilgaz ağır basıyor.
“Bir Yeryüzü Ozanı olmak isterdim” …
Bu cümlesi, beni o kadar etkiliyor ki, yaşamını biliyorum, nasılsa çok zorlanmam diyerek araştırmaya başlıyorum. Okuduğum ve okumadığım eserleri, sahaflardan getirterek, yeniden okumaya başlıyorum. Röportajları, gazete kupürlerini, aceleye getirilmiş özensiz belgeselleri bile izliyorum. Dört ay sürüyor. Her kitabı kapattığımda, şaşırıyorum… Giderek bu şaşkınlığın yerini utanç alıyor. Rıfat Ilgaz ile ilgili bu yaşıma kadar hiçbir şey bilmediğimi anlıyorum. Bu ülkede milyonlarca insan, Hababam Sınıfı’nın yazarı diye biliyor onu. Popüler bir film serisinin, ona yapışan etiketi bu. Oysa o, O değil… Tersine yazarı olmaktan sıkıldığını, neredeyse bıktığını, Yeşilçam patronlarının elinde senaryoların içi boşaltılarak, sansür kurullarının onaylayacağı hale dönüştürülmesine, buna rağmen binlerce sinema seyircisinin bütün zamanlarda defalarca izlediğini yazıyor, anlatıyor… Ama “Rıfat Ilgaz” adının, sakıncalı bulunduğu için filmlere konmadığını, sanatçıların röportajlarda, adından bile söz etmediğini anlatıyor. Bunun yetmişli yaşlara geldiğinde yüreğini nasıl acıttığını, ortaya çıkan filmlerin, utandırdığını da… Hiçbir şey bilmediğimi anlıyorum. Yazmaya oturuyorum. 1919 da başlıyor oyun… Birinci Dünya Savaşı yıllarında “Çocuk Rıfat” ile başlatıyorum. Onu yitirdiğimiz 1993 yılına kadar sürecek… Şair Rıfat ile tanışıyorum, öykücü, mizah yazarı, tiyatro oyunu yazarı, senarist Rıfat ile yol alıyorum. Yazdıklarının sayısına şaşmamak elde değil. Peş peşe, hiç durmadan, yılmadan, vazgeçmeden yazıyor… Sürekli izlenerek, sürgünlerle, sorgularla, mahkemelerle, kaçarak, saklanarak, tutukevlerinde yatarak, ailesini koruma içgüdüsüyle ayrılma kararı alarak, bedel ödemeyi sürdürüyor. Ünleniyor, biliniyor, sayısız dergi, makale ve kitaplara rağmen parasızlık, yokluk… Tüberküloz hastası. Ömrünün yarısı hastanelerde, ayağından prangalı. Diğer yarısı tutukevlerinde geçiyor…
FEDAİLER MANGASI
Bir nefer o… Bir manganın neferi… 40’lar kuşağında, Atilla İlhan’ın deyimiyle, “Fedailer Mangası” nın…
Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Ömer Faruk Toprak, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Suat Derviş, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, A.Kadir, Vedat Türkali ve diğerleri…
Vardiya usulü Sansaryan Hanına girip çıkıyor bu manga.
Yazıyorum… Yazıyorum… Biten tekst Aydın Ilgaz ve Yıldız Ilgaz’a gidiyor. Gözyaşlarıyla dönüş yapıyorlar.
Yazarlık görevi bitiyor, sahneye koyma aşaması geliyor. Kırk kişilik oyuncu kadrosu gerekiyor.
İmkânsız…
Oyunu yeniden ele alıp, masaya oturuyorum. Hiçbir sahneyi atamıyorum. Piscator geliyor aklıma. İkinci Dünya Savaşı öncesi, sinema ile tiyatroyu buluşturuyor oyunlarında… Bu yolla, çok etkin bir araca dönüşüyor tiyatro. Alman işçi sınıfının dönüşümünde bu gözlemleniyor.
Oyunun çözümlenmesi bu yolla oluyor. Sinema ve tiyatro buluşması. Kimi sahneler film, kimi sahneler oyun… Bu yöntemle, yeniden ele alınıyor oyun. Sahneler belirleniyor ve senaryoları yazılıyor. Film castı yapılıyor. 25 kişi, dönem koşulları, çevre düzeni, kostümler, aksesuarla, platolar vs. Bir ayda tamamlanıyor çekimler. 14 oyuncuyla, oyun provaları başlıyor. Erhan Cerrahoğlu, film çekimlerini ve montajlarını bitiriyor. Ekrem Ataer müzik direktörlüğünü yapıyor. Bense sahneye koyuyorum. İlk oyunlar Eskişehir, Bursa ve Mudanya’da sergileniyor. Oyun boyunca çıt yok, ara alkış yok… Final, ABT klasiği… Seyirci, dakikalarca ayakta alkışlıyor.
Bu kez daha farklı bir şey yaşıyoruz, ertesi gün ve daha ertesi gün, seyircilerden, tiyatromuzun sayfalarına üst üste mesajlar yağıyor. Mutluyuz…
Çok şanslıyım. Genç ve orta yaş kuşağında pırıl pırıl bir kadroyla yol arkadaşlığı yapıyorum…
Aşık Mahzuni Şerif’in çıtasının altına düşmek korkusunu aşıyorum. Üretim sürecine katkı koyan herkese teşekkür ediyorum, defalarca… Ama en büyük teşekkürüm “Zeki Göker” e…
Ardında bıraktığı ABT, tiyatro anlayışı, değerleri, duruşu ve öğretisi için…
Kendimi sakinleştiriyorum. 52. yılı adımlıyoruz. Kötü olma şansımız yok. En büyük yarışımız, kendimizle… Aşık Mahzuni Şerif, 350 oyun oldu. “Bir Yeryüzü Ozanı” ise yeni başladı. Her iki oyun da, İstanbul’da bulabildiğimiz salonlarda ve tüm Anadolu’da sürecek…
Kalsın başka oyunlar başka baharlara…
Aylak Dergisi, bir teşekkür de size. Tiyatromuza gösterdiğiniz ilgiye… İyi ki varsınız…
Oyun Künye
Yazan & Yöneten: Gül Göker
Müzik: Ekrem Ataer
Filmler & Montaj: Erhan Cerrahoğlu
Afiş Tasarımı: Eftın Ardar
Dekor: Hakkı Şahin
Işık Tasarımı: Bilge Can Göker & Cenk Usta
Oyuncular
Ender Yiğit
Gül Göker
Ercan Ertan
Serkan Çetinkaya
Berkay Sönmez
Irmak Kazımoğlu
Hakkı Şahin
Merve Köse
Özkan Karadar
İlkay Özşen
İbrahim Emin Ege
Damla Beyazbulut
Cenk Usta