AYLAK DERGİ

AYSUN POLAT

ÇİLDE’NİN KADINLARI VE SPATİFİLYUM

Saçlarımı tarıyorum bir saatten fazla oldu. Tarıyorum, sonra ne şekilde yapacağıma karar vermeye çalışıyorum. Ama aynada baktığım yüzlerin hiçbirinde kendimi göremiyorum. Göremedikçe daha mı uzaklaşıyorum benden yoksa bana ait olmayan yüzleri elediğim için daha mı yaklaşıyorum bana, bilemiyorum. Önce annemin sevdiği gibi saçlarımı yandan ayırdım, ensemin hemen üstünden toplayıp atkuyruğu yaptım. Olmadı, bozdum. Babamın sevdiği gibi saçlarımı ortadan ikiye ayırdım, açık bıraktım, kulaklarımın arkasına verdim saçlarımı. Olmadı, bozdum. Sonra dedemin sevdiği gibi yaptım, balıksırtı ördüm saçlarımı sıkıca. Olmadı, bozdum. En son sevgilimin sevdiği gibi perçemlerimi çıkardım, dağınık topuz yaptım biraz tepeden. Olmadı, bozdum. Fark ettim ki saçlarımın hangi halini sevdiğimi bilmiyorum ben. Şimdiye kadar hep başkalarının sevdiği gibi yapmışım. Hiç kendim olmamışım. 

Çilde benim ismim. İsmimi babam koymuş. Kışın en soğuk günü demek. Babam neden böyle bir isim koymuş bilmiyorum. Saçlarımı nasıl toplarsam kendimi sevebileceğimi bilmiyorum ama ismimi hiç sevmediğimi biliyorum. Eve geldiğimde kıyafetlerimden önce ismimi çıkartıyorum üstümden. Dış kapının hemen yanındaki küçük dolaba asıyorum onu anahtarla beraber. Hangi isimde olmak istiyorsam o oluyorum. Sonra dışarı çıkarken yine Çilde’yi alıyorum, üstüme giyiyorum mecburen.

Uzun zamandır kendimi bekliyorum. Çilde dışında olduğum kadınların resimlerini yapıyorum. Sevdiğin yemek olunca tabağın dibindeki son lokmayı keyifle sıyırır gibi kendimi sıyırıyorum yaptığım tablolarda. Şimdilik saçları olmayan çıplak kafalı kadınlar resmediyorum. Bir gün kendimi nasıl sevdiğimi bulduğumda artık saçları olan kadınlar çizebileceğim. Sırrımı sadece sabırsız boyalarım biliyor.

Yakında bir sergim olacak. Çok tutuldu saçsız kadın tablolarım. Son vuruşlarını yapıyorum tuvallere. Biraz hüzünlüyüm. Çünkü bir tablonun bitmesi demek yaptığım resimdeki kadın gibi hissetmemin de bitmesi demek. Renklerin fısıldadığı kadın nasıl hissediyorsa ben de onun gibi hissediyorum. Çünkü ben ellerimden önce hislerimle dokunuyorum fırçaya. Ve mutluyum. Çünkü bir tablomun insanlara ulaşması demek başka insanların başka hislerle gördükleri o kadını kendilerinin deneyimlemesi demek. Bakan kişi çizdiğim kadında ne görüyorsa benim çizdiğim kadın odur. Çünkü ben, her tabloda başka bir kadın oluyorum.

Sergiye vereceğim ismi düşünüyorum. Somurtkan bir isim olmasını istemiyorum. Lilayla yeşili karıştırırken düşünüyorum. Bulamıyorum. Sarıyla maviyi karıştırıyorum. Biraz da pembe ekliyorum. Ne renk çıkacağını bildiğimden değil. Aramayı seviyorum ben. Ararken rastladığım tesadüfi ahengi seviyorum ben. Belki bu yüzden bu gece de serginin ismini bulamıyorum. Saçlarımı nasıl sevdiğimi bulamıyorum. Babam neden bana Çilde demiş, bulamıyorum. Çünkü ben bulmayı değil aramayı seviyorum.

Kendimle bir randevum olsa mesela. Gelse, otursa karşıma. Tanışsak, sohbet etsek onunla. Cesur olsa mesela. Kendini, yaptığı hataları yüzünden kendine eziyet eden zihninin elinden çekip kurtarsa. Babasını affetse mesela. Onu Çilde olmaya mahkûm ettiği için affetse. Kelimelere başka anlamlar yüklese mesela. Sen “Kışın en soğuk günü olduğun için güçlüsün.” dese. Kendimle olan randevum çok güzel geçse. Kalksam ayağa, ona doğru adım atsam. Yaklaşsam kendime iyice. Otursam onun oturduğu yere. Kendim olup ayağa kalksam. Bu buluşma sadece ikimizin arasında kalsa mesela.

Kısacık saçlarımla gidiyorum sergi açılışına. Saçlarımı omuzlarıma değmeyecek kadar kısa kestirdim. Aynaya baktım evden çıkmadan. Simli, büyük ve tatlı tokalar taktım. Dokundum kendime, sonra gülümsedim. Hoş geldin dedim.

Sergiye ilgi beni de mekân sahibini de mutlu etti. İlk bir saatte yedi tane tablom satılmış. Ben de ilk defa görüyormuş gibi izledim eserlerimi. Tek tek baktım hepsine. Çünkü kendim olarak ilk defa tanışıyordum onlarla. Ama insanlar biraz şaşkındı. Buraya gelirken soğuk renklerle yapılmış manzara resimleri görmeyi bekliyorlarmış. Histerik tabloları görünce “Yanlış sergide miyiz acaba?” demişler. Fakat biliyorum, beklemediklerini görmekten çok memnun oldular.

Kısa bir konuşma yapacaktım. Hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Kafamı kaldırdım, gökyüzüne baktım. Gitmek üzere olan maviyle göz göze geldim. Birbirine koşan pejmürde bulutlar, alçaktan uçan deli dolu martılar gördüm. Gökyüzü çok kalabalıktı. Sanki bulutlar benim için toplaşıyor, kuşlar benim için kanat çırpıyordu. Konuşmaya başladım.

Sergimin ismi en soğuk kış günü. Çünkü çizdiğim kadınların hepsi benimle beraber güçlendi. En çetin hesaplaşmalardan çıkarttım onları. Bu resimleri yaptıktan sonra başka biri oldum ben. En soğuk kış günümüz bitti artık. Bu tabloları yapmak dönüştürdü beni. Ve bendeki hikâyeleri bitti. Umarım hepsi güzel yerler bulur kendilerine. Mutluluğuma tanık olduğunuz için teşekkür ederim. Alkışlar, tebrikler…

Sergiden çıkınca barış isteyen adımlarım beni çiçekçi dükkânına götürdü. Beyaz saçlı, gözlüğü burnunun önüne düşmüş bir amca bulmaca çözüyordu. Kolay gelsin dedim. “Sağ ol kızım, buyur.” dedi. Her çiçeğin bir manası vardır derler. Ben de bu dükkânın en özür dileyen çiçeğini almak istiyorum, dedim. Yaşlı amca “Hanım kızım, o zaman sana saksıda spatifilyum vereyim. Barış çiçeği demektir. Girdiği her ortama uyum sağlar. Bakımı da kolaydır. İlkbahar ve sonbaharda çiçek açar, zarif bir çiçektir. Barış çiçeğinin zarafeti sevgilinin kalbini de sana karşı yumuşatır.” dedi. İki tane beyaz çiçek açmış büyük bir spatifilyum aldım. Parasını ödedim. Özenle yerleştirdim kucağıma. Kapıyı çekerken çiçek babam içindi, dedim.

                                                                                                                           Aysun POLAT

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.