AYLAK DERGİ

BEŞ KALA BEŞ GEÇE

Beşiktaş’ın uzayıp giden sokağında, birbirlerine çarpa çarpa yürüyordu insanlar.Hiçbiri tanışmıyordu,ne çarpanı tanıyorlardı insanlar,ne de çarpışınca tanışıyorlardı.Bir telaş hali her birinde!Kimi sevilmeye kimi sevişmeye koşuyordu,kimileri terketmeye kimileriyse terkedilmeye ilerliyordu insanın suratını döven bu soğukta.Yağmur yağmamıştı henüz,beklenen kara kış gelememişti hala,yani yalan söylemişti haberler,her zaman olduğu gibi! Kalabalığın kıyısında bir kitapçı vitrininde, acele gidenlerin ecele değil,eceli gelenlerin acele gideceği yazıyordu, tebeşirli tabelada el yazısıyla…

Saatine baktı Ali,beş vardı henüz! Erken gelirdi her buluşmaya,terkedilmeye alışkın her insan biraz erken gelir nihayetinde.Sonunda kalacağı halin sağlamasını yapar masada.Fakat bu defa ayaktaydı.Kitapla dolu rafların arasında kişisel gelişim,tarih,araştırma derken çakılıp kaldı ŞİİR yazısının altına.Göz ucuyla baktı kitaplara,Nazım, Orhan Veli,Turgut Uyar,Cemal Süreya,Didem Madak…Bu kadar insanın içinde olacak iş miydi ? Neden burası sahi? Neden olacak…

Adımlarını duydu önce.Bir an bile tereddüt etmeden hem de. Adımları iyi duyardı,dinledi usulca Sur’un namelerini.Terketmeye giden böyle yürürdü ancak,ya da sevişmeye gündüz vakti…Göz ucuyla saatine baktı,beş dakika ne de çabuk geçiyormuş meğer beş lira gibi, diye düşündü! Varlığına vardı amenna, adı da paraydı ama ,para da değildi hani,bir ekmek alınmıyordu şu sıralarda! Elindeki kitaba göz kırptı,eli çenesine yaslanmış bu adamı tanıyordu,çünkü O, çok seviyordu…Adımlar yavaşladı,heyecanlıydı artık,ayakları hafiften titriyordu ama heyecandan değil, yürümekten beş parasız her yere.Karnında bir kelebeklenme hali vardı onu olduğu yere mıh gibi çakıveren,onun da sebebi açlıktı son aylarda.Her gariban gibi yüreğinde hissetti adımları evvela.Henüz aç kalmamıştı yüreğinin diyarında çünkü. “Çok şükür” diye geçirdi aklından hızlıca.Beş saniyede oldu tüm bunlar.Beş saniye ne de uzunmuş meğer beş kuruş gibi,hani değeri belki az ama olmazsa da olmaz gibi,öyle değil mi Cemal Süreya ?

” Cemal Süreya okuyorsun bakıyorum ? “

Onun sesiydi bu.Sesinden tanımadı ama bu defa ! Beş saniye evvel bir koku vardı tüm kainatı saran,kokusundan tanıdı.Kim demiş sadece beyin bilir ! Ciğer de hatırlar sevdanın kokusunu, diye düşündü. Gözlerini gözleriyle buluşturdu Ali.

“Hoş geldin Deniz” dedi sadece.

Seni o kadar özlemişim ki,şu kitaplarla konuşmalarını,boynunu örten balıkçı kazaklarını,soğukta bembeyaz olan yüzüne kondurduğun şu kırgın gülümsemeni,seni en çok da.Seni. Yüreğini.Diyemedi Deniz.Yutkundu önce

“Hoş buldum” dedi sadece.

Nihayet geldin.Nihayet, Bayan Nihayet.Martı çığlığında hatırlıyor seni ciğerlerim diye vapurun çalışmadığı saaatler uyukladığım güvertelerin tahta sıralarında da bu anı bekledim,son paramla yutkunduğum lokmamda da.Hiç pes etmedim ama.O sebepten nemli gözlerim yanlış anlama.Seni sevmekten Bayan Nihayet.Sensiz geçirdiğim her gün seni beklemekten ibaret.Diyemedi Ali. 

” Hiç değişmemişsin ” Diyebildi sadece.

Hiç değmemiş ayrı kaldığımıza meğer.Hiç hafiflememiş sızım.Zaman ilacıdır derlerdi halbuki,sadece özelde geçerli demek ki,devlette hala aylar sonraya randevu misali ayrılık hali.Ne çok hasretmişim bu tuzlu deniz kokusuna ceketine sinen,ne çok derde çareymiş gözlerin,hala utanıyorsun gözlerime bakarken,ne güzel şey utanmak! Bunca utanmazın arasında hele! Hala ne temiz yüreğin,sen Nazım seversin halbuki,elinde Cemal’in kitabı!Sondan bir evvelki sayfada bana ezbere okuduğun ilk şiir,hatırlıyor musun acaba,Bayan Nihayet! Diyemedi Deniz.

“Sen de pek değişmemişsin ” Diyebildi sadece.

Annem öldü önce,sonra herkes, herşey öldü.İnsan kendine toprak atar mıymış ?Atarmış.Kendimi gömdüm o gün oraya.Kürek kürek.Yağmurun altında,servilerin kokusu,toprağın kokusu ve senin kokundu beni saran,o an anladım,yaşamak işi direnme işi,sevda işi,emek işi.Tek kişi başlıyor belki ama iki kişi olmak gerek yaşamak için ,zeytin de dikerim yetmişimde eğer oturabileceksek seninle cılız gövdesinde yazları o diktiğimiz ağacın.Nazım severim ben bilmem hatırlar mısın ? Ebruli hanımeli açan evi okudun mu acaba benden sonra? Senin bu gözlerin hangi mahpus damında beliriyor? Niye müebbet bir esir gibiyim şu uçsuz bucaksız yeryüzünde ? Kimsesiz olmak hiç bu kadar ağrıma gitmemişti.Ne güzel gözlerin var senin Deniz.Daha kaç yıl sabahlamak var kaderimde şehir hatları vapurlarında ?

” Şaşırdım görüşmek istediğinde,bunca zaman sonra .Kötü bişey yoktur umarım ? ” Diyebildi sadece.

Her dakika, her an özledim seni,merak ettim çok.Bilirim rahat durmazsın, her olaya girevirirsin başına ne gelecek düşünmeden.Doğru düzgün beslenmezsin de kuru ekmek soğan rakı! Hala cılızsın biraz.Bembeyaz yüzün!  Kim bilir ne zaman yemek yedin,ama eminim evden çıkmadan bi kadeh yolluk rakı yuvarladığına.Ne adamsın ama ! Karıncayı incitmezsin,zalimi gördün mü de döner gözün,iyi yumruk atardın düşmana kavgada,iyi de rakı içersin,sen ne güzel severdin beni Ali,sen ne güzel okşardın saçlarımı,yüzümde gezdirirdin ellerini,utanırdı ellerin de gözlerin gibi,sen ne güzel severdin beni,sevmelere kıyamadan,doyamadan, incitmeden.O çok dövdü beni Ali,çok korktum.Çok vurdu,hani canım değil de yüreğim öyle acıdı ki,mutlusundur diye ağzımı açamadım,gıkımı bile çıkarmadım biliyor musun ? Ben sustukça daha da hırslandı.Hem neden bağıracakmışım ki ? Kim duyacaktı beni senden başka ? diyemedi Deniz.

” Görmek istedim sadece,iyi olduğunu görmek istedim,yakında şehirden gideceğim çünkü,veda etmek istedim ” Diyebildi sadece.

Gitme ! Yalvarırım gitme.Aynı gökyüzünün altındayız diye gömmedim bedenimi o toprağa,yaşıyorsam ve hala umudum varsa martılar gibi bir lokmaya daha her vapurda,senin için Deniz.Beni bırakma,saçlarına dokunmak için,gözlerine bir adım daha yakından bakmak için ,güldürmek için seni soytarılık yapmadan,sevebilmek için hakettiğin gibi ,yaşıyorum hala,diyemedi Ali.

” Anladım,hayırlı olsun kocan terfi aldı galiba “Diyebildi sadece.

Gözlerin buğulu hala,kaçırıyorsun gözlerini yine,çok mu üzdüler seni ben yokken benim gibi ?Buz kesmiş yüzün, az mı güldün yoksa? Çok mu sevdin birini,çok mu seviştin önüne her gelenle? Yapamazsın bilirim,sevmediğine dokunamazsın sen.O daha da fena ya zaten,ya sevdiysen birini? Güzel mi çok? Seviyor mu seni ? Güldürüyor mu soytarılık yapmadan sen dinletmiştin Ahmet Kayadan ! Ah nasıl unuturum.Boşanma davam var yarın,seni bir gün daha üzmeye niyetim yok ama,diyemedi Deniz.

” Sen neler yapıyorsun var mı biri hayatında ? ” Diye sordu sadece.

Birincisi hayatım yok,ikincisi senden başka kimse olmadı.Kimsem de kalmadı zaten,sevmediğim insana dokunabilir miyim ben ? Nasıl severim sen varken ? Tanırsın sen beni halbuki,ne sen leylasın ne de ben mecnun diyordu ya Ahmet Kaya,yanılıyordu Ahmet baba! Sen Leylaydın ben Mecnun,yorgun değil kırgındık,hepsi bu kadar olmamalıydı,biz olmalıydık.Deryadan bihaber balık gibi kalakaldım sensiz.Gittiğin kıtalarda mutlusun diye kaç kadeh yuvarlamam gerek anılarımızın kıyılarına? Koparmadık elmayı diye dalından, asılmak için mi bekliyorum elma ağacının gövdesinde hala? Ölmek basit adam işi,yaşamak mühim mesele! Ne de yakışıyor eline Nazım,henüz vakit varken gülüm! Diyemedi Ali.

” Var birisi, şimdilik yolunda herşey,umarım güzel devam eder ” Diyebildi sadece.

Gözlerin nemli,sana sarılmak için herşeyimi verirdim Ali,bir kere daha sarılmak için ömrümü hatta.Sevmek ne güzel şeymiş hatırladım şimdi,sen ne güzel severdin beni Ali.Kıyamadan,üzmeden…Kitaplar okurdun bana, şiirler yazardın.Bilmediğim şeyleri öğretirdin,güzel rakı içerdin,usul usul… “Buzu suya koy bayan nihayet” derdin,sonra bağırarak okurdun hayyamdan  ” Ko desin cahil herifler ne umurumuzdaaaa! ” Başımı göğsüne yaslayıp kainatın adımlarını duymak istiyorum bir kez daha.Kainatımın! Kıyamet bugün mü Ali ? Bırakma.Ne olur bırakma beni! Diyemedi Deniz.

” Çok sevindim senin adına,iyi ki görüştük,üzerimden yük kalktı,seni böyle iyi görmek bana da iyi geldi ” Diyebildi sadece.

Kaç zamandır yoksun Deniz ? Beş yıl mı ? Beş ay mı ? Beş dakika mı ? Bir ömür ne kadarsa o kadar yoksun .Saçlarının kokusunu duyardım göğsüme başını yasladığında,bir kez Deniz ! Bir kez yaslasan başını, çeksem ciğerlerime saçlarının o miski amber kokusunu,kaç saniye sürer ki beş mi? Kitaplara küstüm sen yokken,okunası değil artık hiçbiri,Nazım ve Cemal dışında tabi.Renkler karardı sen gittin gideli,siyah ve beyaz var sadece hayatımda.Rakıyı sek içiyorum artık,ciğerlerim acıyor,gıkım çıkmadan çığlıklar atıyorum,kimse duymuyor beni Deniz.Tek tesellim sensin,O diyorum… O mutlu şimdi.Gülüyor yüzü.Benim yüzüm mü ? Benim yüzüm beş karış! Beni bırakma ne olur, bir gün daha bırakma beni yalnız.Korkuyorum sensiz.Diyemedi Ali.

” Teşekkür ederim aradığın için,meğer benim de üzerimde yük varmış,ne iyi geldi vedalaşmak ” Diyebildi sadece.

Elini uzattı Deniz…Elini uzattı Ali.Saniyelik zamandı parmaklarına baktığı,beş düzgün parmak gördü ve son toprağı serpen eli tuttu mezarına doğru.İnce uzun parmakları,soğuktan taş kesilmiş avucunda durdu , gözlerine bakakaldı uzunca.Gözbebeğinde yağmurun nemini gördü.Saçlarının kokusu bir ömür götürecek kadar doldu ciğerlerine.Nazım geldi aklına.O anda ne düşmek dalgalara! Ne Denizmiş, ne kadınmış ama ! Seni öyle sevdim ki, Afrika hariç değil ,diyemedi.

” Hoşça kal ” Diyebildi sadece.

Elinin bir serçe yüreği kadar ufak olduğunu o an farketti Deniz.Yeryüzünün en ufak deniziydi o anda.Olsa olsa ada olurdu Aliden.Ona kıyısı olmadan,onunla…Nasıl diyordu Cemal Süreya ” Biliyorum sana giden yolar kapalı ” Ama ben biliyorum sen hep sevdin beni…Ciğeri beş para etmez insanların arasında sen ne güzel dokundun bana,yüreğime.Seni yüreğime gömdüm Ali.Yüreğimi de seninle…En güzel Deniz henüz gidilmemiş olandır,en güzel şarkı henüz söylenmedi…Sevdiğin kadınla söyle Ali. Senin olarak yaşayacağım her nefeste,diyemedi Deniz.

” Hoşça kal ” Diyebildi sadece.

Ali yirmi beş liraya aldığı Cemal Süreya’nın kitabını uzattı Denize.Deniz otuz beş liraya aldığı Nazım Hikmet’in kitabını uzattı Aliye.Konuşmadılar uzunca bir süre,kaldırımda insanlar aceleyle yürüyorlardı beş dakikalık mesafelere.Kalabalığın arasında yitip gitti Deniz saniyeler içinde! Beş saniye beş gün gibi geldi Aliye…Korna sesleri, insan çığlıkları,gülüşmeler,arabaların camından taşan müziğin sesi derken,bir ses tanıdık geldi kulağına,haberlerden birinde spiker konuşuyordu,yalan söylüyordu yine.Söz yalan söylüyordu ! Şarkılar yalan söylüyordu! Alkan içideydi Ali.Dili varmıyordu içinden geçenleri söylemeye ama diyebilseydi eğer,kabahatin çoğu senin canım kardeşim derdi buğulu bir vitrin camına yansıyan ince cılız bedenine.Ruhunun bedeninden saniyeler içinde uzaklaşmasını izledi,ölümüdüşündü aniden.Mezarını gördü az evvel çıktığı kitapçının buğulu vitrininde.ECEL okunuyordu sadece bir elyazısının orta yerinde. Söyleyemediklerini yazacaklardı mezar taşına biliyordu.Bomboş olacaktı o sebeple bayram zamanları mezarı,tıpkı cellat mezarları gibi…Cellattı kendisi biraz,ilk kurbanı kendisi…Ah Ali! Kimsesiz Ali, bir zeytin dibinde usulca yatmakta…Mezar taşına ne yazdıracağı geldi aklına bir anda ! el yazısıyla…

” Kelimelerin anlatamayacağı şeyler olabilir ancak, sessizliğin anlatamayacağı hiçbir şey yoktur hayatta. Ruhuna fatiha. ” 

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.