45 YILDIR MUAMMER KARACA’SIZ…
28 Nisan 2023, sahnelerimizin efsanevî komedyeni ve büyük aktörü Muammer Karaca’nın kırk beşinci ölüm yıldönümü… Kim midir Muammer Karaca? Yapılacak diye beklenen Beyoğlu’ndaki, sahibi olduğu Karaca Tiyatrobinasının ötesinde, çoook ötesinde bir tiyatro adamı, bir dev oyuncu! Hâlâ en fazla sahnelenen piyes olma rekorunu elinde tutan Cibali Karakolu; politik mizahın bizdeki ilk örneği sayılan Ednan Bey Duymasın, 1960 ihtilâli sonrası siyasî ortamı hicveden Senatür v.b. oyunlarla devrin seyircisinin gündemi gazete yerine kendisinden takip ettiği, geleneğimizdeki tulûatla modern tiyatroyu şahsında birleştiren bir büyük ve sempatik komedyen!
Muammer Bey’i ölüm yıldönümünde O’nun ev haline şahitlik edenlerle, O’nu tanıyanlarla, O’nu canlı seyretme şansına sâhip olanlarla, O’nunla beraber sahneye çıkanlarla, O’na sahne arkasında yardımcı olanlarla, oyunculuğunda O’nu örnek alanlarla beraber anmak istedim. Böylesi hem tarihî belge olur, hem de Muammer Karaca hayali, yarının aydınlık zihinlerinde bir parıltı olarak kalır diye düşündüm. Sizi kısa röportajlarla baş başa bırakmadan evvel şunu ilave etmek istiyorum. Muammer Bey’i her sorduğum kişi O’nu gülümseyerek ve ilgili anılarını kahkahalarla anlattı. Bu bile komedi sanatında ne denli büyük bir usta olduğunun delilidir. Hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Keşke bu büyük usta ve oyun tarzı yeniden ele alınsa… Geleceğin Türk Tiyatrosunun anahtarı sanatındaydı zira… Kaybolmuş mudur? Kim bilir?
TUNCA TURNA (Muammer Karaca’nın sevgili küçük kızı):
Babam işini çok ciddiye alırdı. Fakat tulûat etmekten de geri duramazdı. Kendisine örnek gördüğü Hâzım Körmükçü’yle Şehir Tiyatroları’nın komedi kısmındaki oyunlarda, birbirlerine karşılıklı laf yetiştirirlerdi. Muhsin Bey (Ertuğrul) de tulûata karşıydı. Bunun için ikisini ceza olarak komedi kısmından alıp dram kısmına verir. Üstelik orada, Shakespeare’nin Fırtına piyesinde figüran olarak… Babamla Hazım Bey, ellerinde flamalar, seyircinin tanıyamayacağı şekilde makyajlı dikilmişler… Oyunun bir yerine rüzgâr esiyor. Sonra yağmur gelecek. Hâzım Bey elini uzatır ve Karadenizli diyalektiyle, “Uyy, yağmur celiyi!..” der demez O’nu sesinden tanıyan seyirciler kahkahayı koyverirler! Onlarla uğraşamayacağını anlayan Muhsin Bey, ertesi günü babamla Hâzım Bey’i tekrar komedi kısmına alır…
Babam ustalarına da çok saygılıydı. Asla aleyhlerinde kötü bir laf etmezdi. Mesela ben, Vasfi Rıza Bey’in (Zobu’nun) oyunculuğunu pek beğenmezdim. Sesi sinek vızıltısı gibi, beni rahatsız ederdi. Bunu babama dediğimde çatılmış, “O sesle seyirciyi kırk sene güldürmek büyük marifettir!” demiştir.
Çok titizdi ve mesleğine olağanüstü saygılıydı. Oyunda bacak bacak üstüne atarken ayakkabıların altı gözükeceğinden, ayakkabıların altını bile boyattırırdı!
Sanatı hayatıydı da… Çok saygılıydı ama muzipti de… Bir gün babama sormuştum, “Baba sen niye diğer babalar gibi normal değilsin?”, diye… “Hiç normal bir pezevenk olsam her gece altı yüz kişini karşısına çıkıp onları güldürmeye uğraşır mıydım?”, cevabını vermişti.
MERİÇ BAŞARAN (Tiyatrocu, oyuncu) (1962-63 sezonundan itibaren birkaç yıl Muammer Karaca’yla beraber oynamıştır):
Çok renkli bir insandı Muammer Bey. O’nu anlatmak öyle birkaç kelimeyle olmaz. Bir kere çok takıntılı bir insandı. Kuliste şemsiye açtırmazdı. Karşısında önünüzü ilikleyemezdiniz. İlla arkanızı dönerek ilikletirdi. Örgü ördürmezdi. “Kısmetim bağlanacak”, derdi. Obsesifti. Aşırı disiplinliydi.
Sahnede kimsenin performansının önüne geçmesini istemezdi. Gülmeyen seyirci sevmezdi. Eğer önde gülmeyen bir seyirci görmüşse antrakta onu kaldırtır, arkaya oturturdu. Güzel ve enteresan bir adamdı. Tam anlamıyla nev-i şahsına münhasırdı. Ben bir ikincisini görmedim!
Sahne üstünde onun kadar rahat oynayan bir oyuncu görmek çok enderdir; – bir de Gazanfer Özcan’da vardır fakat O’nunki kadar değildi – . Sahne üzerinde bir ışığı vardı ve çok zekiydi. Doğaçlaması mükemmeldi. Karşısında da doğaçlamasına karşılık verecek bir oyuncu buldu muydu tadından yenmezdi! Tevhid Bilge ve Mürüvvet Sim’le oynamayı bu yüzden severdi.
ŞEMSİ İNKAYA (Tiyatrocu, oyuncu) (Muammer Karaca’yla Anadolu ve Trakya turnesinde beraber oynamışlardır.):
İstanbul Tiyatrosu’nda oynuyorum. İstanbul Tiyatrosu’ndan patronum Ali Sururi’nin eşi Alev Abla (Alev Sururi) ile Muammer Bey’in eşi Serap Hanım (Serap Karaca) kardeşlerdi. Bir akşam Muammer Bey’in Yeşilköy’deki evinde yemekteyiz. Muammer Bey, yapacağı turne için beni gözüne kestirmiş; Ali Ağabeylerin tiyatrosunda olduğum için de ondan turnesinde oynamam için izin istiyor. Ali Ağabey, “Kırarsın çocuğu…” diyor. Çünkü Muammer Bey’in tiyatrosunda Muammer Bey’den başkasının espri yapması yasak! Fakat biz İstanbul Tiyatrosu’nda espri yapabilme özgürlüğüne sahibiz. Muammer Bey, “Olur mu? Kırmam!” dedi. Ve hakikaten de kırmadı.
Muammer Bey, müdürü Şeref Bey’e (Şenpınar) söylüyor ve Türkiye’deki şeker fabrikalarının turne işini bağlatıyor. Süleyman Demirel başbakandı. O tarihte bütün şeker fabrikalarının tiyatro salonu var, düşünebiliyor musunuz? Trakya’da, Alpullu Şeker Fabrikası’ndayız. Muammer Bey’le baba-oğul oynuyoruz. O zaman cep telefonu yok. Muammer Bey, oyundan evvel eşi Serap Hanım’ı aramış ama ulaşamamış. Sonra oyuna başladık. Karşılıklı bir sahnemiz var. Biz tam oynarken salonun kapısı açıldı. Bir görevli, seyircinin arasından geçti. Sahne merdivenlerini çıktı. “Muammer Bey, sizi İstanbul’dan arıyorlar…”, dedi. Muammer Bey oturduğu koltuktan kalktı; gitti adamın geldiği yerden ve salondan çıktı. Ben tek başıma sahnede kaldım. Ama ağzımı açmıyorum. Fakat seyirci öyle bir gülüyor ki! Hem olaya hem sahnedeki halime gülüyorlar. Tek laf etmiyorum. Derken tekrar sahne kapısı açıldı. Muammer Bey geldi ve aynı yere oturdu. “Serap Hanım aradı. Balık yaptı. Geç kalmayın, balıklar soğumasın dedi…”.Bu söz üzerine zaten gülmekte olan seyirci öyle bir güldü ki, ben meslek hayatım boyunca böyle gülme görmedim!
Refik Kordağ, Muammer Bey’in yazarıydı; yazar ve Beliğ Selönü’ye verirdi. Beliğ Bey araya Muammer Bey’in yaptığı esprileri yerleştirirdi. Numune Hastanesi’nde hastayken ziyaret etmiştim. Muammer Bey’i, Muammer Bey yapan kişiydi.
Çok önemli bir tiyatrocuydu Muammer Bey…
YILMAZ GRUDA (Tiyatrocu, oyuncu, tiyatro yönetmeni, şair, yazar) (Beyoğlu’ndaki Karaca Tiyatro’dan, Azak Tiyatrosuna geçtikten sonra, absürt mizahın yerli temsilcisi Suavi Süalp tarafından yazılan 1973’teki Merhaba Vatandaş oyununda Muammer Karaca’yı yönetmiştir):
(Muammer Bey deyince telefonda sesinin neşelendiğini hissettim) Ahh, Muammer Karaca! Ülkemizin, “tulûat” üzerine bina eylediği bir komedi tarzının en büyük ustasıydı.. Bütün oyuncular O’na kral derdi. Çok hatıram var onunla! Girişimlerime karşın hiç el öptürmezdi..
Ben hep ağzımda pipomla gezerdim.. Yolda falan karşılaştığımızda, sağ elinin başparmağını dudakları arasına alıp bana: “Ne haber, ağzı mangallı?” derdi. Ardından, sağ elini, sol koltuğunun altına atar, gülerek, “Okumuş!” der ve yürüyüp giderdi… Bir gün tam gidecek, durdurdum, “Peki Hocam, başparmağın, ‘mangal’ dediğin pipom!.. Fakat koltuk altına attığın sağ elin neyi ifade ediyor?”… Kısık, Ortaoyunculara mahsus ünlü ‘gırtlak’ sesiyle cevap verdi: “Ütün, okumuş, ütün… Yani kitapların!..”. Böyle zeki bir adamdı.
ÜNER İLSEVER (Tiyatrocu, oyuncu, tiyatro patronu) (Muammer Karaca’nın kendi tiyatrosunu kapattıktan sonra oynadığı ilk yabancı topluluk olan Kadıköy İl Tiyatrosu’nun kurucusudur. Muammer Bey’in bu tiyatroda oynadığı Mart Bakanı piyesindeki rol arkadaşı Sezer Sezin’in kocasıdır. Türkiye’nin en genç özel tiyatro kuran oyuncularından biridir.):
Muammer Bey’in kişiliği çok önemliydi. Espri dolu bir konuşma, yaşam ve insanlara bakış tarzı vardı. Bizim tiyatroda bir oyun oynadı (Kadıköy İl Tiyatrosu’nda Mart Bakanı isimli piyes, sene 1974). Sezer (o zamanki eşi. Yeşilçam’da Şoför Nebahat rolüyle şöhret kazanan Sezer Sezin.), ben tiyatroyu bıraktığım zaman, bir sene tiyatroyu işletmek istedi. Bu oyunu (Mart Bakanı) okuduktan sonra ben, “Tam Muammer Bey’e göre!” dedim. Muammer Bey o zaman kendi tiyatrosunu kapatmıştı. Sezer, “Muammer Bey, oynar mı ki?” dedi. Ben, “Bak, ona bu oyunu teklif ederken maaş değil, hâsılattan pay vererek teklif götürmelisiniz. Onu onore etmeliyiz.” dedim. O şekilde anlaşma yaptılar. Hemen kabul etti.
O, tiyatrodayken ben de uğrardım tiyatroya. O’nunla sohbet etmeyi severdim. Esprileri çok güzeldi. Hayatla oynayan bir tipti. Hayatı çapkınlıklarla geçerdi. Çok para kazandı ama parasının çoğunu hanımlara yedirdi. Zaman zaman kaprisler yapardı ama O’na kızamazdınız bile! Mesela şimdi anlatırken gülüyorum sadece…
Oyunculuğu gayet iyiydi. Çok rahat oynayan, seyirciyi avucunun içine alan bir oyuncuydu. Tekrar tekrar O’nu seyretmekten mutluluk duyardım. Böyle güzel bir adamdı!
ULVİ ALACAKAPTAN (Tiyatrocu, oyuncu) (Muammer Karaca’nın ablasının torunu):
Muammer Bey benim büyük dayım olurdu Babaannemin erkek kardeşiydi. Çocukken yaramazlık yaptığımda, “Seni büyük dayının yanına veririz, oyuncu olursun!” derlerdi. Muammer Bey alaylı bir oyuncuydu fakat akademik tiyatroya karşı büyük bir saygısı vardı. Yunanistan’ın en büyük yönetmenine oyun sahneye koydurmuştu. Ayak bacak fabrikası oyununa kendi sahnesini açmıştır. Kenter Tiyatrosu, Karaca Tiyatro’da İstanbul seyircisiyle tanışmıştır!
Tiyatroya büyük bir aşkla bağlıydı. 1964 yılında, Karaca Tiyatro’da başladı, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nun efsaneleşen oyunu Keşanlı Ali Destanı… Karaca Tiyatro’dan, Galatasaray Lisesi’ne kadar bilet kuyruğu olduğunu ben gördüm. Oyun tuttuktan sonra Gülriz, Muammer Bey’e teşekküre gider. “Şimdi elimiz rahatladı. Burada oynamaya devam etmek istiyoruz. Sizi de maddi olarak memnun edeceğiz…” falan derken Muammer Bey araya girer, “Paranın önemi yok!”. Gülriz şaşırır, “Nasıl yani?”. Muammer Bey, “Sahnemde istediğiniz kadar oynayabilirsiniz ama Keşanlı Ali’yi ben oynayacağım!”. Düşünebiliyor musunuz? Keşanlı Ali rolünü oynayan tiyatronun sahiplerinden ve Gülriz Hanım’ın eşi Engin Cezzar… İmkânsız bir teklif ettiği teklif yani…
Muammer Bey’in bizim tiyatro hakkında söylediği çok hoşuma giden bir sözü vardır: “Batı’da seyirci oyun beğenmediği zaman sahneye laf atar, domates atar, yumurta atar. Bizim seyircimizse içine atar!”!
ZİHNİ GÖKTAY (Tiyatrocu, oyuncu) (Tulûat janrının Türk sahnelerindeki son sürdürücüsü, Şehir Tiyatroları oyuncusu):
Kendisinden çok feyzaldığım ve müthiş bir hayranlık duyduğum ustaydı Muammer Karaca. Hem modern tiyatroda hem de doğaçlamada çok iyi bir aktördü. Zaten bizim Darülbedayi’ye, Güzellikler Evi’ne de hizmeti vardı. İlk defa 7 yaşındayken Cibali Karakolu’na babamla beraber gittik ama yaşım küçük diye beni almadılar. Sonra 11 yaşındaydım ve ilk kez O’nu sahnede seyrettim. Beş defa daha gittim ilk seyredişimden sonra. Bir defa Eminönü Halkevi’ne geldi ben on altı, on yedi yaşındayken.. Orada tanışma imkânı buldum.. Muammer Karaca benim için çok büyük bir idoldü. Kaliteli ve seviyeli tulûatı çok iyi yapardı. Mesela aklımda kalan bir tulûat esprisi aklımda kalmış. Senatür oyununda Necabettin Yal’la karşılıklı oynuyorlar. Necabettin Bey’le rol icabı dünürler. Necabettin Bey lafa girer: “Sizin oğlan da bir türlü baytar okulunu bitiremedi. Bir ân evvel kızımızı vermek istiyoruz…”. Muammer Bey cevap verir, “Biz de çok istiyoruz ama bir türlü bitirme tezini hazırlayamıyor, çok uzun…”. Necabettin Bey merakla sorar, “Ne üstüne tez hazırlıyor?”. Muammer Bey, “Kırkayaklardaki ortopedik rahatsızlıklar!…”. Ne güzel bir espri değil mi? Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez!
1963 yılında Lüküs Hayat’ı ilk defa O’nun tiyatrosunda seyrettim. Zeynep rolünü Mürüvvet Sim oynuyordu. Tevfik Ağabey (Tevhid Bilge) de oyunda O’na güzel Pişekârlık yapıyordu. Çok etkilenmiştim. 1984-85 sezonunda Muammer Karaca’nın rolü bana geldi. Ne güzel bir tesadüftür ki hem Cibali Karakolu’nda hem de Lüküs Hayat’ta O’nun rolünü oynadım. Hayatımın en büyük güzelliklerinden ikisidir bu tesadüfler…
Erdem Beliğ Zaman