AYLAK DERGİ

TEKİN DENİZ

            Girit’i çeteler basmış. Herkes can derdinde… Şanslı olan aileler kaçıyorlar. Bay Yehor da telaş içinde eşi Rita’yı almış, düşmüş yollara. Köylü aile bu, kavga dövüş bilmezler. İnsan, insanı neden boğazlar? Bunu da bilmezler. Yok ki içlerinde şuncacık kötülük! Neleri varsa bölüşürler.

Güç bela varmışlar sahil yoluna. Limanda, kayık kiralayanların oluşturduğu kalabalığı görmüşler. Dertleri İzmir’e kaçmak, oradaki akrabalarının yanına ulaşmakmış. Fakat beş altın para istemiş gözü doymaz kayıkçılar. Kalmışlar çarşının ortasında. Geri dönmenin ise mümkünü yok!

Saat kulesinin altındaki gölgelikte kara kara düşünürlerken yaşlı bir kadın yanaşmış yanlarına. Oldukça güzel giyimli bir kadın… Kucağında bir bebek. Yalvaran gözlerle:

“Tanrı hakkı için yardım edin” demiş.

“Tanrı hakkı için bana ve bu günahsız yavruya yardım edin.”

“Nereye gidiyorsanız, bu masumu da götürün, yoksa burada ölüp gidecek. Ben gidemem, ihtiyarım, yarına çıkar mıyım o bile belli değil. Alın burada 50 altın var. Tüm mal varlığım. Ne olur ona iyi bakın. Kızım onu doğururken öldü. Kocası ise bir türlü dönmedi savaştan.”

Bay Yehor ile Bayan Rita, karmakarışık, tuhaf bir duygunun içine düşmüşler. 20 yıldır çocuk hasreti çekiyorlarmış. Tanrı bir anda yüzlerine gülüp, hem özlemini çektikleri bu yavruyu, hem de parayı göndermiş. Bu yüzden bu bebeğe “En büyük hediye” anlamına gelen “Phedora” adını koymuşlar.

İzmir’e sağ salim varmış aile. Fakat, ne akrabaları kalmış burada ne de İzmir o eski İzmir. Savaş, yıkım, açlık, herkesi birbirine düşman etmiş. Yine de kadim dostluklar unutulmuyor elbette. Bay Yehor bir tesadüf eseri çocukluk arkadaşı Kâmuran Bey’i görmüş hat boyunda.

Kâmuran Bey onları bir gece misafir etmiş. Ertesi gün de İstanbul’a giden bir trene bindirmiş. Kâmuran Bey var olsun, Tophane’de bir de kapıcılık işi bulmuş Bay Yehor’a. İşini çok sevmiş Yehor Efendi. Uzun yıllar burada kapıcılık yapmış. Güzel de bir çevre edinmiş.

Phedora büyümüş serpilmiş. Bir güzel kadın olmuş. Neyse işte, Beyoğlu’nda, Hacopula Pasajı içindeki eczaneye ilaç almaya gitmiş bir gün. Eczane’nin sahibi Dacat Bey de babası bay Yehor’un arkadaşı. O gün biri daha varmış Eczane’de: Lambo Çolakoğlu. Bay Lambo’nun meyhanesi meşhurdur.

Minnacık bir yer burası.”Kutu gibi ev” derler hani, işte onun meyhanecesi. 

Balıkpazarı’na girince na işte ilerde, köşededir. Öyle kabadayı bir büyüklüğü yoktur ama müşterileri pek meşhurdur. Devrin cümle tiyatro artistleri ve yazarları gelirlermiş buraya. E haliyle Lambo da ünlü.

Dacat Bey, Phedora’dan çok evvel gelen Bay Lambo’nun ilacını hazırlamış ve uzatmış kendisine ama Bay Lambo, Phedora’ya dalıp gitmiş. Phedora gülüyor, Dacat Bey gülüyor. Bay Lambo kendine gelince epey utanmış. Sonra koşar adım, adeta kaçarak çıkıp gitmiş eczaneden. Meyhanesine varmış.

Bay Lambo, meyhanesine gelmiş gelmesine ama içi içini kemirip duruyor. Phedora’nın ipek gibi saçları, deniz mavisi gözleri, uzun ve muntazam parmakları bir türlü çıkmıyor aklından. 40 yıllık meyhaneci Lambo’yu dümdüz edivermiş bir afeti devran Phedora.

Sağa dönüyor olmuyor, sola dönüyor olmuyor. Yok, bu iş olacak gibi değil. Lambo tekrar koşmuş eczaneye. Nefes nefese bir şekilde dalmış içeriye. Dacat Bey şaşkın tabii.

“Yahu bir dur neler oluyor Lambo! Bu telaş ne?” demiş. “Yok bir şey. Ben sana ilaçların parasını verdim mi idi?”

“Hay Allah müstakını versin, bu muydu derdin. Kaçmıyoruz ya evladım buradayız, verirsin.” 

“Veririm ya vermez olur muyum?”

da demiş ama konuşamıyor.

Bir iki dakika boş boş durmuş dükkânın ortasında Bay Lambo. 

Dacat Bey de çileden çıkmış tabii

“Yahu söylesene nedir senin derdin?”

“Bak Dacat, namussuzum kötü bir düşüncem yok. Hani az evvel şu ilaç almaya geldiğimde, na işte şurada bir kız vardı…”

“Vardı evet, eee ne olmuş o kıza?”

“Ha işte ben o kıza tutuldum…”

Dacat Bey basmış kahkahayı

“Hay Allah iyiliğini versin, bu muydu derdin. Otur da bir soluklan.”

“Sana o kızın kim olduğunu söylerim ama sırf sana güvendiğim için. Başkası olsa böyle şeyler denmez, ayıptır, bilirsin.”

“Namussuzum diyorum kötü bir düşüncem yok…”

“Bak Lambo, bu kız benim çok yakın bir ahbabımın kızı. Sakın ha üzmeyesin. Yanlış yapmayasın…” demiş.

Dacat Bey’den, Phedora ile ilgili bilgileri alan Bay Lambo kuş olmuş uçmuş meyhanesine. Hoş, uçmuş uçmasına ya şimdi ne olacak?

Bu kız ile nasıl tanışacak? Aklına mektup yazmak gelmiş. 

“İyi de ben bu işi beceremem ki şimdi. Hele ki bu kafayla.” demiş kendi kendine. 

Lambo’nun dükkânı şair, yazar, artist takımının uğrak yeridir. Muhakkak yardım edecek biri çıkar. Öyle de olmuş. 

Şansa o gün, buranın müdavimlerinden Şair Orhan de orada.

Orhan, parası yetmediği zamanlar, Bay Lambo’nun meşhur veresiye defterine şiir yazarak ödermiş hesabı. Lambo, sahiden çok severmiş Orhan’ı. Samimiyetine de güvenip hemen koşmuş masasına. Kan ter içinde, hafif de kekeliyor.

Nasıl paniklemişse artık, içi içine sığmıyor. Kolay değil, aşık adam. İlk görüşte aşk… Kim derdi ki koskoca Bay Lambo bu hallere düşecek. Yapışmış Orhan’ın yakasına:

“Bana bak Orhan, mümkünü yok yardım edeceksin…” demiş. 

“Ne oldu ki?”

“Bir kız var.”

“Hımmm, ilginç”

“Nesi ilginç ulan hergele..”

“Sen sevmezsin de..”

“Niye sevmezmişim ulan, biz insan değil miyiz?”

“İnsansın insan olmasına, orası muhakkak ama sen diğerleri gibi değilsin, kadınlarla işin olmaz.”

“Yok ulan, zamparalık için değil, mesele ciddi.”

“Ha, öyle desene… Peki, ben ne yapacağım?”

“Aslında ben de bilmiyorum senden ne isteyeceğimi. Böyle tuhaf tuhaf şeyler yazıyorsun ya kafan çalışır bu davalara diye dedim. Bana akıl ver, ne yapayım? Benim bu kızla muhakkak tanışmam lazım.”

“Yahu önce kız kimdir? Necidir? Onu bir anlat.” demiş Orhan. 

Meğer Bay Yehor’un kapıcılık yaptığı binaya sık sık gidermiş Orhan. Zira o binanın 2.katında, can dostlarından olan meşhur aktör Salih oturuyormuş.

Bir kahkaha patlatıp:

“Ulan” demiş #OrhanVeli 

“Bizim Torik Yehor mu? Kapıcı mı?”

Lambo şaşkın:

“Sen nereden tanıyorsun adamı?”

“Nereden tanıyorsam tanıyorum.

Bu işi yaparım ama 1 ay bedava içerim burada, kırk para da vermem.”

“Sen şu işi yap, sana bir yıl içki bedava.”

“Bak şimdi, ben Yehor ile konuşurum, o arada kızın eline de senin ağzından yazdığımız mektubu tutuştururum. Kızı güzel bir yere davet et. Buluşun.”

“Buraya çağırsam olmaz mı?”

“Yok devenin nalı Lambo. Yahu yemek yiyin, iki çift laf edin, sohbet edin. Hiç meyhane çağırılır mı bir kadın ilk buluşmada. Askerlik arkadaşın mı bu senin?”

“Ya ne yapacağız?”

“Bak şu cadde üstündeki Degüstasyon yok mu, oraya çağır. Orası güzeldir.”

“Degüstasyon… Tamam. Kaçta, 4 iyi mi?”

“Dört tamamdır. Ben bu şekilde mektuba geçiyorum. Gerisi sana kalmış.”

Orhan dediğini yapmış. Durumu Yehor’a açmış. Bay Lambo’ya kefil olmuş. Durumun ciddi olduğunu söylemiş. Çıkarken kapıda gördüğü Phedora’nın da eline mektubu tutuşturmuş.

Buluşma günü gelmiş. Saat olmuş dört, Phedora yok. Beş olmuş, Phedora yok. Velhasılıkelâm Phedora gelmemiş. Bay Lambo da meyhaneye dönmüş. Meyhane’de Orhan’ı görünce öfkelenmiş. 

“Ben sana dedimdi değil mi, yok efendim kadın meyhaneye gelir miymiş? Falanmış

da filanmış. Nesi varmış ulan meyhanemin.”

“Ne oldu, gelmedi mi sahiden?”

“Gelmedi ya… Senin aklına uyanda kabahat”

“Ayıp ediyorsun, benim ne günahım var be Lambo.”

“Buraya çağırsak gelirdi işte. Burada kimse de görmezdi. Cadde üstü yer orası, bir gören, tanıyan çıkar diye gelmedi belli ki..”

“Etme be Lambo…”

Orhan, daha sonra meşhur olacak ünlü dizelerini bu olay üzerine yazmış ve o anda demiş ki:

“Canan ki Degüstasyon’a gelmez / Balıkpazarı’na hiç gelmez…”

Peki, neden gelmemiş Phedora? Oysa Orhan mektubu verdiğinde gayet olumlu bir intiba edinmiş. Geleceğini ümit etmiş.

Phedora çok güzel bir Rum kızı. Lepiska saçlı. El işleri yapar, Beyoğlu’ndaki pasajlarda bulunan dükkânlara satarmış. Yine böyle bir gün el işlerini satmaya geldiği bir vakit, Elhamra Pasajı içindeki #FransızTiyatrosu’nun önünde çakılıkalmış. Bu tiyatroda pek çok kumpanya oynar. Tesadüf işte, bu şaşkın kızı fark eden #TotoKaraca, Phedora’yı pek beğenmiş. #HalkOpereti zamanları o zamanlar. Beyoğlu’nda gürül gürül tiyatro var. 

Phedora da #SalihTozan’a gelip giden artistleri çok beğenir, onlara çok özenirmiş.

Bir ara afişlerde kendi adını bile düşlemiş…

Fakat sürgün çocuğu işte! Yüreği bar bar bağırsa da na işte şurasında duran “cüret” denilen o şey tutuk mu tutuk. Pas tutmuş adeta. Elleri, kolları, adımları bile kendisine bazen yanlış geliyormuş. Sanki dünyanın zemini ahşap konakların parkeleri gibi gıcırdar dururmuş aklında.

#AvniDilligil’li, #MuharremKaraca’lı muhteşem bir kadroya sahipmiş Halk Opereti. Burada bir role çıksa, insanlara karışsa dünyası kim bilir nasıl aydınlanırdı. Talih işte, o vakitlerde de oynanacak bir oyun için tam Phedora tipinde bir aktris aramaktalarmış.  #TotoKaraca kapıda tesadüfen karşılaştığı bu güzel Rum kızının şefkatle ellerinden tutmuş, yüreklendirmiş, içeri buyur etmiş. Vaziyeti anlatmış. Rolünü, işini anlatmış. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiş olan Phedora, haliyle ne diyeceğini bilememiş. Bir yandan da yüreği küt küt atıyormuş. 

Fakat içine ateş düşmüş bir kere. Kapıdan çıkıp gitse, aklı hep burada kalacak. Bu reddediş, ömrünün orta yerinde bir büyük pişmanlık olarak kalacak. Nihayetinde kabul etmiş Toto Karaca’nın teklifini. Babasından gizli gizli, el işi satıyorum diyerek oyunların provalarına gelmiş Halk Opereti’nin.

Meğer Bay Lambo ile buluşacakları günün bir gece evveli, dairelerini bir grup basmış.

Artık kim kışkırtmışsa bu zıvanadan çıkmış güruhu, vahşice saldırıyorlarmış. Evin camlarını vs indirmişler. Attıkları taşlardan biri babasının şakağına gelince, öfkeden deliye dönmüş Phedora.

Çekmecedeki kamayı kaptığı gibi koşmuş dışarıya. İki üç kişiyi yaralamış. Bu yaralama hadisesi, daha sonra “Rumlar, Türkler’e saldırıyor” yaygarasına dönüşünce iş iyice çığırından çıkmış. Girit’te çetelerden kaçmak için sığındıkları bu yerde de aynı belâ ile burun buruna gelmişler.

Toplanan kalabalık, şiddetli bir şekilde Phedora’ya hücum etmiş. O ipek gibi saçlarının arasından akan kanlar, Tophane kaldırımlarını kızıla boyamış. Bir hafta komada yatmış Phedora. Kendisine geldiğinde, yaşlı babası gözyaşlarına boğulmuş. Aile dostları Dacat Bey kurtarmış onları.

Dacat Bey:

“Artık burada size rahat vermezler” diyerek onları sadık dostlarının olduğu, Malatya’daki köylerine göndermiş. Bir iki gece Dacat Bey’in evinde misafir kalan Phedora ve babası, sessiz sedasız ayrılmışlar 20 küsür yıl yaşadıkları İstanbul’dan ve Bay Lambo’dan…

İnsanın, insana, insanlığı çok gördüğü bir kötü çağ yaşamış bu topraklar. Hiç sebepsiz, yok yere birbirlerine düşman olmuş birbirlerini şuncacık olsun tanımayan insanlar. Oysa bir merhaba, bir çift muhabbet, koca bir ülke kurdurur insana. Yaşadığın yerin, sahiden yurdun olduğunu hissettirir sana.

Bay Lambo, durumu çok çok sonra öğrenmiş. Fakat kalbi epey bir incinmiş. Uzun süre dilinden düşmemiş Phedora. Yüzü de gülmez olmuş.

Sahiden Phedora yüzünden mi bilinmez, bir gece, Lambo Çolakoğlu’nu, meyhanesinin tavanında asılı bulmuşlar. İntihar etmiş koskoca Lambo! 

Meyhaneye gelen yazarlardan etkilendiğinden midir bilinmez, ünlü veresiye defterine o da bazı şiirler yazmış. Bu defterde kimlerin kimlerin şiirleri yokmuş ki… Başta elbette #OrhanVeli. Çünkü burası onun en sevdiği mekân. Phedora’nın hasreti neler yazdırdı ona kim bilir?

Ne yazık ki, Bay Lambo’nun intiharından sonra içerideki her şeyi toplamış götürmüş polis.

Bizim veresiye defteri de o ara kaybolmuş. Dediklerine göre bir tiyatro bileti çıkmış içinden. Halk Opereti’nin Fransız Tiyatrosu’ndaki temsili için. Tesadüf mü acaba?

Acaba biliyor muydu Bay Lambo Phedora’nın tiyatro hevesini? Yoksa ona sürpriz olsun diye ilk oyununa en önden bilet mi almıştı? Evvelce tanıyor olma ihtimali var mıydı? Veya kim bilir, belki de meyhanesine gelen aktörlerden birinin içki parası çıkışmamıştı da bilet mi vermişti?

Phedora, güzel Phedora! Çok heves ettiği o ramp ışıklarını görememiş, seyircilerin o çılgınca alkışlarını duyamamıştı. Oysa ne çok istiyordu sahneye çıkmayı! Ben hep Bay Lambo’yu, en ön sırada Phedora’yı var gücüyle alkışlarken hayâl ederim. Hatta fuayede laflarlarken, gülüşürlerken.

Oysa yalnızca bir kere görmüşler birbirlerini. Acaba Phedora da sever miydi Bay Lambo’yu? Yoksa evliliği bir bağımsızlık reçetesi gördüğü için mi almıştı Orhan Veli’den mektubu? 

Girit nere? İstanbul nere? Malatya nere? Bir insan daha ne kadar sürgün edilebilir ki?

Hem kaç kere görmek gerekiyordu bir insanı lâyıkıyla sevebilmek için? Ya da görmek şart mı sahiden? Bir insan, bir insanı, tahayyül ede ede de sevmez mi çoğu zaman? 

Hatta aklında yarattığı o kişiyi, hakiki suretinden daha çok sevmez miydi? Tıpkı vatanımız gibi… Vatanlarımız gibi… Düşlediğimiz ülke, benziyor mu hiç sokağa çıkınca yüz yüze geldiğimiz bu şeye? Sevmek, mutlu olmak ve bir sevgiyi düşleyebilmek için, bir kerecik görebilme saadeti ve umudu neyimize yetmiyordu ki zaten?

Hakiki anne ve babasını da tanımamıştı ki Phedora. Bir kerecik bile yüzlerini görmemişti ki… Buna rağmen çok ama çok özlüyor ve çok sevmiyor muydu? Hasret, kendini işte hep böyle uzun uzak mesafelerle, dağlarla, köylerle, yollarla, insanlarla biler. Keskin, hoyrat ve asi eder…

Bilir misiniz? Girit’in suları, Malatya’nın bahçelerinde bir incir ağacının kökünü sular durur hâlâ. Kökü, kocaman bir kayayı deler…

Aramızda kalsın ama bu olaydan 80 küsür yıl sonra Phedora ile Bay Lambo’yu güle oynaya, ele ele Çiçek Pasajı’na girerlerken gördüm. Bence siz de uğrayın oralara, belki siz de bir gün tesadüf edersiniz, zamanı ve mekânı aşan bu güzel sevdaya…

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.