“Mutlu olamayıp mutsuz olacağıma hiç mutlu olmam daha iyi.”
-Yasemin Derin
AKTRİS: Başrollerini Pınar Deniz ve Uraz Kaygılaroğlu’nun paylaştığı, senaryosu Hakan Bonomo’ya ait, yönetmen koltuğunda ise Soner Caner’i gördüğümüz bir Disney Plus dizisi.
Tolga Tekin, Ahmet Rıfat Şungar, Şebnem Hassanisoughi, İpek Çiçek ve Serhat Kılıç gibi seyir zevki yüksek oyunculardan oluşan bir kadrosu var.

Epeydir hasretini çektiğim ve nadiren rastladığım “Anti-kahraman kadın karakter” ile dikkatimi cezbeden bu diziyi yazmasam olmazdı. Nasıl desem, çölde bir vaha bulmuş gibi oldum. Belki de sadece bu sebepten bile “Aktris” benim için bir boşluğu doldurdu. Dijitale yapılmış yerli diziler içinde en tazesi olan Aktris, “Bir Başkadır” ve “Şahsiyet” le birlikte ilk üçüme girdi bile. Viski içip opera dinleyen “korkunç güzel” bir kadın karakterimiz var bir kere, döküm tavasında bonfilesini mühürlerken hayvan sevgisinden söz edecek kadar da cüretkâr üstelik! Olmazları bile bir tutarlılık zeminine oturtan onlarca kurgu karakter arasında, bilinçli bir tutarsızlıkla patlayan bu karakteri görmek kaslarımı gevşetti. Evet, Yasemin Derin’den söz ediyorum. Onun adalet dağıtmak gibi bir derdi yok, kendine herhangi bir misyon yüklemiyor, son derece dürtüsel davranıyor ve garip bir ahlak anlayışı var. Her şeyle alay edebilir, ona nasıl davrandığınızı hiç umursamaz. Bunun da bir istisnası var tabi, onu asla aptal yerine koymamalısınız. Keza, kendisi birini aptal yerine koymanın kanunen suç sayılması gerektiğini savunuyor. Üstelik karşısına geçip “Sen önce işlediğin cinayetlere bir bak!” bile diyemiyorsunuz. Çünkü onun hayattaki tek tahammülsüzlüğü bu. Bir de ter kokusu tabi ki, kana bulanmaktan tiksinmediği kadar tiksiniyor ter kokusundan. Deli desen deli değil, akıllı desen akıllı değil. O kadar yalnız ki insani hiçbir hissi tanımıyor, yine de yaşadıkları karşısında şaşkınlıkla tadına bakacağı göz yaşlarını tutamıyor. Hayatta en sevdiği, belki de tek sevdiği insanın yasını, yarım kalmış sigaranın dumanına tutturuyor. Koca dünyada nasıl yalnız kalınır en iyi o biliyor. Aşk mı? Zekasını hafife alan bir aşka ne kadar büyük olursa olsun eyvallah etmiyor. Sözün özü Pınar Deniz, Yasemin Derin’le birlikte içindeki tüm kadınların zincirlerini kırıyor.

Uraz Kaygılaroğlu’nu ise ‘Erşan Kuneri’den sonra böyle bir işte görmek güzel oldu. Sade ama sürprizli bir karakter olan Fatih’le karşımıza çıkıyor. Diyaloglardaki paslaşmalar ve Pınar Deniz’le kimyası göz önüne alındığında oyunculuğu kadar partnerliğinin de hakkını vermiş kendisi. Bir diğer mevzu Ahmet Rıfat Şungar, ekrana en yakıştırdığım oyunculardan. Kendisini en son “Ahlat Ağacı” ve “Saklı”da seyretme fırsatı bulmuştum, “Taner” ile bambaşka bir surete bürünüp başarılı bir performans sergilemiş. Dizinin “fazla Amerikan” karakteri Ahmet için ise Tolga Tekin’den başkası düşünülemezmiş. Son olarak Serhat Kılıç, kötü adam rollerine çok yakışan bir sima. Bir an için kötülüğünün sınırlarını tahayyül etmeye çalışırken bir zaman sonra ona acımaya başlıyorsunuz. Neredeyse tüm karakterlerde bir düalite hâkim. Şebnem Hassanisoughi’nin canlandırdığı Güneş karakteri de bu bakıştan nasibini almış. Bir yanımız gıcık olsa da bir yanımız hak veriyor bu kadına. Masum ve taze enerjisine kapıldığımız Ekin’in dönüşümünü ise İpek Çiçek’le izliyoruz. Tüm bunlar olurken dizi oldukça güzel fotoğraflar veriyor. Sinematografisi gözümüzü gönlümüzü doyuruyor. Styling, makyajlar, “soundtrack” ler derken 8 bölüm keyifle akıp gidiyor. Steril mekanlardan ve mantık hatalarından pek hoşlanmasam da o kadar kusur kadı kızında da olur, deyip geçiyorum. Hepsi bir yana ‘flashback’lerin animasyon kurgusu sanırım bu dizide en sevdiğim detaydı. Senaryodaki “Plot Twist”lerle sürprizli hale gelen dizi, Disney Plus’ın ruhuna pek yakışmış.
