Bazı insanlar çok yönlüdür, bazı insanların yetenekleri yolumuza ışık saçar. Onlara imrenerek bakarız. Sevgili Deniz Yüce Başarır, bu özel insanlardan biri de sizsiniz.
Yayıncı, editör, seslendirme sanatçısı, metin yazarlığı gibi çok önemli meslekleri başarıyla yaptınız. Son yıllarda ise Türk Tiyatrosu ve Türk Edebiyatı’na çok kıymetli katkılarda bulundunuz. “Perde Kapanmasa Görecektiniz” isimli ilk kitabınız ve youtube kanalınız ile arşivlerin ne kadar kıymetli olduğunun altını bir kez daha çizdiniz. Podcastleriniz ile birçok yazarı, kitapları tanıdık, tanımaya devam ediyoruz. Size sonsuz teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim, bu güzel sözler için.
- “Perde Kapanmasa Görecektiniz” kitabınız; Türk Tiyatrosu adına hazine niteliğinde. İçeriğinde baktığımızda, o dönemdeki tiyatroların hangi koşullarda nasıl oluştuğunu, mücadele ruhunu, disiplini bunun yanında zarafeti, birlik ve beraberliği kısaca biz anlayışının mükemmel bağlamını görüyoruz. Biz anlayışından ben anlayışına geçtiğimiz şu son dönemde adeta bizlere ders verir nitelikte. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.
Tam da söylediğiniz bu “biz” olma haliydi benim çıkış noktam Perde Kapanmasa Görecektiniz’i yazarken. Tiyatro bir ekip işidir, sahnedeki tüm oyuncular birlik içinde hareket etmelidir. Herkes üstüne düşeni layıkıyla yaptığında ortaya iyi bir oyun çıkar çünkü. Pandemiden beri sahnelerde daha sık gördüğümüz tek kişilik oyunlar bile büyük bir ekibin emekleri sonucunda ulaşıyor izleyiciye. Örneğin bu sezon Serkan Keskin’in büyük bir başarıyla canlandırdığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü izledim. Hayran kaldım. Ama ben orada sadece Serkan Keskin’i seyretmediğimi de aklımın bir köşesinde tuttum hep. Ayrıca, tiyatro sadece oyuncu ve yönetmenlerden de oluşmaz. Kitapta da hep vurguladığım gibi, yer göstericiden dekoratöre, gişe memurundan afiş tasarımcısına kadar büyük bir ekibin işidir. Hepsini anmak, değer vermek, bir arada tutmak önemlidir. Biz’i kaybettiğiniz zaman aslında birçok başarı ve güzellik elinizden kayıp gidiyor.
- Kâmran Yüce, Türk Tiyatrosu için mihenk taşlarından birisi. Bizler onu tiyatrocu olarak tanıdık. Sizinle birlikte şairliği ile tanıştık. Şiirlerine baktığımız zaman üzerinden yıllar da geçmiş olsa güncelliğini koruduğunu görüyoruz. Günümüzü yansıtan çok tarafı var. Sizce bunun kaynağı nedir?
Babamın şiirlerini ben de Başar (Başarır) sayesinde tekrar topluca, bir arada görünce hissettim ki, gençliğinden itibaren kendini hep duygularına bırakmış o. Bazı akımların etkisinde kalmış ama tam da oraya ait olmamış. Önce aşk için, aşk adına yazmış, sonra devreye emek girmiş, son şiirlerinde de hayatın muhasebesi ağır basmış. Ölüme yaklaştığı hissi, ki bir hastalıktan falan değil, bir trafik kazasında kaybettik onu, kendini çok tuhaf bir şekilde yoğun olarak hissettirmiş. Eh kim geçmiyor ki bu yollardan! Hepimiz aşkla çıkıyoruz yola, düşüyoruz hayat gailesine, sonra fark ediyoruz ki, bitiyor bitmekte olan! Hayat geçmiş gidiyor! İşte babamın şiirleri…
- Çok yönlü bir babanın kızı olmak sizin için büyük avantaj ki, bunun yansımasını sizde de görüyoruz. Kâmran Bey, evde ve tiyatroda nasıl bir babadır?
Babam genel olarak sakin bir insandı. Evdeyken de çoğunlukla okur, çalışırdı. Sevgi doluydu. İhtiyaç duyduğunuzda yanınızda olacağını bildiğiniz insanlardandı. Konu sanat, siyaset, edebiyat, tiyatro oldu mu sükuneti bir kenara bırakır coşardı. Sohbet ederken, tartışırken, özellikle tiyatronun nasıl daha başarılı olacağı üzerine tartışırken, kıpkırmızı bir suratla kendinden geçer, ayaklara fırlar, elleri kollarıyla ateşli konuşmalar yapardı. Beni de nerdeyse her yere yanlarında taşıdıkları için, insanın yaptığı işi coşkuyla yapması gerektiği fikri sanırım iliğime kemiğime işlemiş. Babamdan sevmeyi, insan onuruna değer vermeyi öğrendiğim gibi en çok bunu öğrendim galiba: sevdiğin işleri yapmayı, onları kanın son damlasına kadar savunmayı ve onlardan keyif, haz, coşku duymayı… Evet tekil değil, çoğul, bir değil birçok şeyi bir arada yapmayı da öğrenmiş olabilirim😊
- Çok küçük yaşlardan itibaren kulis tozu yutmak Deniz Yüce Başarır’a yaşamına ne kattı?
Başta neşe. İşi hep eğlenceyle bir arada düşünme eğilimi vardır bende. Tiyatrocular neşeli insanlardır. Eh sıkıcı bir iş yapmıyorlar ne de olsa. Onları göre göre sanırım, ne yaparsam yapayım keyifle, eğlenerek yapmam gerektiği fikrine vardım. Ne kadar sıkı çalışırsak çalışalım bir yandan da hayatın tadını çıkarmak gerektiğine kani oldum. Ve ekip çalışmasının önemini öğrendim. Bir de, egosu yüksek insanlarla küçük yaştan itibaren hemhal olmak, ilerde seçtiğim mesleklerde çok işime yaradı. Karşıma kim çıkarsa çıksın, hayranlık duymadan önce onu bir insan olarak görürüm, seversem severim, sevmezsem sevmem ama her koşulda belli bir ilişki kurmayı başarırım. Özellikle yayıncılıkta çok işime yaradı bu özelliğim. Yazarları anlamamda, onlarla rahat diyalog kurmamda sanırım çocukluktan itibaren zor kişiliklerin arasında yaşamamın payı vardır.
- Okumanın, araştırmanın, gözlemin en güzel örneklerini yaptığınız işlerle şahit oluyoruz. Yeni nesil; sese, harekete, görselliğe yatkın kısaca daha görsel algıya sahip diye düşünüyorum. Kitap okuma konusunda ise üşengeç olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. “Ben Okurum” podcastleriniz; okumayı pekiştirme, yazarları tanıma, her türlü ilgi alanına uygun kitapların paylaşıldığı geniş bir alan. Gençlerden bununla ilgili geri dönüşler alıyor musunuz?
Evet görselin ağır bastığı bir dönemden geçtik. Hâlâ da öyle. Ama podcast ve sesli kitapların gördüğü ilgiyi göz önüne alarak, insanların artık görselden sese doğru da kaydıklarını söylemek mümkün sanırım. Sesin görselde olmayan bir samimiyeti var. Daha yalansız, daha efektsiz, daha çabasız bir dostluk kuruyor dinleyenle. “Ben Okurum” un ilgi görmesinde bu samimi ilişkinin payı olduğunu düşünüyorum. Ve tabii her zaman yoğun olarak okunmasa da kitaba da bir ilgi var. “Ben Okurum” bir kitap ve yazarı hakkında okumadan da birçok bilgiye sahip olmanızı sağlıyor. Gerçekten kitap okuyanlar için de bir dünyayı ya da hadi şöyle söyleyelim, yalnızlığımızı paylaşmak, kitaplar üzerinden bir dostluk kurmak gibi oluyor. Her yaştan dinleyicisi var “Ben Okurum”un. Gençlerin de ilgi duyması beni çok sevindiriyor. Geçenlerde bir podcaste davet edildim, bu işe yeni başlayan 22 yaşında bir üniversite öğrencisiydi hazırlayan. “Ben Okurum” onun için bir işaret fişeği gibiydi, öyle sevindim ki! Hem okumaya hem de doğru bildiğin yönde uçmaya teşvik edebiliyorsam birilerini ne mutlu bana!
- Son zamanlarda hazırlanmış en kapsamlı içeriğe sahip, her videosu hazine niteliği taşıyan bir youtube kanalınız var. Oradaki belgeler, notlar, fotoğraflar ve kayıtlar; yitip giden hiçbir şeyin olmadığını aksine o dönemi bilmeyenler ya da atlayanlar için harika bir fırsat olduğunu hatırlattı. Kısaca anılar anı olmaktan çıkıp yeniden kullanılabilir hale getirildi. Arşivleri derleyip toplama ve yayınlama fikri nasıl oluştu?
Geldik mi yine Başar Başarır’a? Bizim evin arşivcisi o. Perde Kapanmasa Görecektiniz’in arşiv taramasını da o yaptı. Kitap yayımlandıktan sonra, biliyorsunuz kitapta babamın birkaç şiirini de paylaşmıştım, babamın şiirlerinin peşine düştü. Dergi sayfalarında kalmış olanlardan, evdeki dosyalarda duranlara kadar hepsini toplayıp “Dünyaya Sevgilerle” nin ortaya çıkmasını sağladı. Youtube kanalıyla da hep o uğraşıyor. Benim arşivimin dehlizlerine inip onları yeniden gün ışığına çıkarıyor. Ona çok şey borçluyum. Bana da nostaljik bir duygu yaşatıyor youtube kanalım. Kimler kimler geçmiş sorularımın arasından! Birçok yazarın ilk televizyon röportajını yaptığımı biliyordum elbette. Ama hepsini bir araya getirmek ve bunu bugünün edebiyat meraklılarıyla paylaşmak ülkemizin kültür hafızasına da bir katkı sunuyor sanki. Ne de olsa, arşivciliğin pek geliştiği bir ülke olduğumuz söylenemez. TRT arşivi dışında herhangi bir özel televizyon kanalının arşivine açtığını da sanmıyorum. Ayrıca, televizyonculuk anlayışında nerden nereye geldiğimizin de acı bir belgesi gibi sanki. Hoş, şunu da söylemek de yarar var, Kitapça, ki arşivin büyük kısmı bu program için yapılmış röportajlardan oluşuyor, o zaman için de özeldi. Kitabı merkeze alan başka programlar vardı ama hiç kimse ilk kitabını yayımlayan bir yazarla röportaj yapmıyordu o zaman da. Neyse, kısaca fikri ve kanalı Başar Başarır’a borçluyuz.
- “Elim Kalem de Tutar Kadeh de” isimli podcast seriniz ile birçok kadın yazarlarla tanışma fırsatı yakalıyoruz. Onlar; kültürlerini ve deneyimlerini paylaştıkça bizler de zenginleşiyoruz. Kadın olarak, her konuda çaba göstermek zorunda kaldığımız, ikinci plana atıldığımız bir Türkiye gerçeği var. Sessizlere ses olacak, güçsüz hissedenlere güç verecek, öykü yazmak isteyenlere örnek olacak belki de adım atmamızı ağlayacak en güzel projelerden biri. Bu fikir nasıl doğdu ve gelişti?
“Ben Okurum”da yazar dostlarımla başkalarının kitaplarını konuşmaktan büyük zevk alıyorum. Ama bir yandan da bizim sesimizi taşıyan, bizim coğrafyamızdan çıkmış kişilerin eserlerini tanıtmak, onları daha çok okurla tanıştırmak fikri içimde bir yerde büyüyordu. Yani işte youtube kanalında gördüğünüz o Kitapça günlerini de özlüyordum sanırım. Ben yazarın kadını erkeği olmaz diye düşünenlerdenim aslında, ama Türkiye’nin günümüzde geldiği nokta, kadın olarak bizlerin sesini daha çok çıkartmasını gerektiriyor. Kahkahamıza, kadehimize, sözümüze ve kalemimize daha çok sahip çıkmamızı, sokaklarda topuk seslerimizi daha çok duyurmamızı gerektiriyor. Fikir böyle doğdu. Biraz da bir rakı sofrasında doğdu. Mey Diageo Genel Müdürü sevgili Levent Kömür Ben Okurum’un sıkı bir takipçisi olduğunu, benden genç kadın yazarlarımızla da söyleşiler duymak istediğini söyledi. Bam telime bastı diyebilirim. İçimde bir köşede uyuyan o meraklı röportajcıyı uyandırdı. Ben Okurum’un formatına uymazdı bu söyleşiler, o zaman yeni bir format yaratmak gerekiyordu. Önce ismi geldi aklıma, sonra sevgili arkadaşım, iletişim danışmanı Banu Zeytinoğlu’na açtım fikrimi. O da çok sevdi. Levent bey ve Mey Diageo ekibi de desteklemeye karar verdi. Ve yola çıktık böylece. Şimdiki halde 9 bölüm kaydedildi. Bakalım bizi neler bekliyor😊
- Eski bir yayıncı olarak, geçmiş yayıncılık ile günümüzdeki yayıncılık arasındaki değişim ne yönde, teknolojinin gelişmesiyle birlikte yaşamımıza giren dijital yayıncılık hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Benim yayıncılık yaptığım dönemde e-kitap tartışmaları çok yapılıyordu. Türkiye yayıncılarının çoğu güvenmedi e-kitaba. Korsanın bu kadar yaygın olduğu bir ülkede belki de korkmakta haklıydılar bilmiyorum. Ayrıca, fiyatlar e kitabı tercih etmek için yeterince düşük tutulamadı. Böylece, e-kitap nerdeyse ölü doğdu diyebiliriz. Ama dergiler, gazeteler artık dijital yayıncılığın bir parçası, basılı olarak çok fazla tüketilmiyorlar. Ben sesli kitapların e kitaba oranla daha çok benimsendiğini gözlemliyorum. Seslendirme sanatçısı olarak birçok kişiyle iletişim halindeyim. Bana sosyal medyadan ulaşan çok dinleyici var. Bir zamanlar, sesli kitaba da karşı olan, şüpheyle yaklaşan yayıncıların, kitaplarının seslendirilmesine artık çok sıcak baktığını görüyorum. Hele Türkiye’nin büyük kağıt problemini göz önüne alırsanız, dijitale daha çok kayma olması beklenir. Bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek! Size bir itirafta bulunayım, şu koşullarda yayıncılık sektörünün içinde olmadığım için çok mutluyum. Büyük bir gerginlik olurdu benim için. Kağıt bulunamayan bir ülkede kitap basmaya çalışmak ve yazarlarla öteleme, erteleme konuşmaları yapmak! Çok çok zor işleri. Bir okur olarak da endişeleniyorum bu arada. Çeşitliliğin azalma riski çok üzüyor beni.
SÖYLEŞİ: ÖZDEN ATASAGUN ÇELİK