Çocuk Gülümsemeli Mahcup Adam
Münir Özkul’u ben 1957 ya da 58’de tanıdım. Bunca yılın ardından üstelik sisli bir ortamda çekilmiş, yer yer sararmış bir eski zaman fotoğrafı gibi hatırladığım bir tanışma…
Kış aylarından biriydi. Yazı müdürü olduğum Yelpaze Dergisi’nde tiyatro eleştirileri, daha doğrusu Tiyatro Okşamaları yazan Melih Vassaf’ın doğum günü kutlamasına çağrılıydım. Rahmetli Vassaf son derece zarif, hoşgörülü bir tiyatro gönüllüsüydü. İncitmekten korkar, oyunlara ve oyunculara saygıyla yaklaşmak en önemli kaygısı olurdu.
Moda’daki evinde, yağmurlu bir öğlen sonu, Melih’i kutluyor, eğleniyorduk. Bir kenara çekti beni. “Özkul da burada ama kalabalıktan çekindiği için bir başına oturuyor,” dedi, şaşırdım.
Beni bir odaya götürdü. Münir’le tanıştırdı. O tanışmadan aklı da kalan, çok yakışıklı bir yüz, uzunca bir boy, etkili bir ses tonuyla ışıldayan güzel bir Türkçe’dir. Bir de, devamlılığı hiç eksilmeyen bir çocuk gülümsemesi…
Kızlı, erkekli, 10-12 kişilik bir “kalabalık”tan çekinen bu mahcup adam, tiyatromuzun en yetenekli, en şöhretli oyuncularından biriydi. İnanması zor bu çelişki kendisine olan ilgimi büyüttü. Sevdik birbirimizi. Melih’le vedalaşıp çıktık. Kalamış’a kaçtık. Bütün gece denize yakın bir meyhanede sohbete daldık. İçtikçe kapılarını ve perdelerini aralıyordu. Yaşamını, duygularını ve beklentilerini kendine mahsus bir konuşma diliyle anlatıyordu. Dost olmamıza o günün ve gecenin birkaç saati yetmişti.
Münir Özkul’la çalışmak, ona özel bir senaryo yazmak ya da bir filminde yönetmenlik yapmak gibi bir şansım hiç olmadı. Yalnızca bir defa memleketlisi, Bakırköylü ünlü yönetmen Sırrı Gültekin’in yönettiği, başrollerini Selda Alkor’la Cüneyt Arkın’ın paylaştıkları “İnatçı Gelin” başlıklı senaryomda bir araya gelebildik. Ama onu hep izledim. Vasfi Rıza’yla oynadıkları Haldun Taner öyküsü Tuş’tan, Arzu Film’de değişmeyen bir ekip oluşturdukları, o sıcacık, o bizim aile hayatımızdan duygusal kesitler geliştiren rahmetli Adile Naşit’le “ikili” oldukları güzelim filmlere kadar.
Bildiğim kadarıyla, Münir 1937-38 ders yılında, Bakırköy Ortaokulu’nda ilk defa sahneye çıkmış. Sonra, 1940 yılında kurulan Bakırköy Halkevi sahnesinde, “Erkek Güzeli” oyunundaki başarısıyla adını duyurmuş. Oradan, Kenan Büke’yle Ses Tiyatrosu’na ve sonra Küçük Sahne’ye… “Fareler ve İnsanlar” la başlayan, Muhsin Ertuğrul’un bir numarası olduğu çileli, yorucu, umutlu çalışma yılları… “Ben Çağırmadım”, “Karakolda”, daha sonra, sanırım kendi tiyatrosunda “Generallerin Valsi” ve daha niceleri… Gene Sırrı Gültekin’le gerçekleştirdiği ünlü TV dizisi “İbiş’in Rüyası” … Onun şairlik, öykücülük, ressamlıkla yüklü, tüm sanatlara duyarlılığıyla örülü oyunculuğuna gerçekten saygı duyuyorum.
Sinema yaşamına ufakça bir rolle başlayan ve hiç durmadan, yılmadan, aynı hevesle yücelttiği oyunculuğuna, geleneksel Türk Tiyatrosu’nun ölmezlerinden İsmail Dümbüllü’nün ancak ustalar ustasına verilen takkesini de katabilen olağanüstü hüner sahibi Münir Özkul’u başarılarla dolu bir ömrün doruğunda doyasıya kutlamak, herkes gibi benim için de emsalsiz bir mutluluk…
Ona bütün kalbimle teşekkür ediyorum…