AYLAK DERGİ

SEÇKİN SELVİ

Bir Komik-i Şehr*

            Dik yakalı kazak giyinmiş bir adam kediyle oynuyor.

Aynı anda İstanbul’un dört bucağında irili ufaklı, önemli önemsiz otuz üç tiyatronun kapısında neonlar yanmakta…

Az sonra, adam sırtında al çiçekli basmadan bir mintan, ayağının birini altına almış, diz kırmış, minderin üstüne…

Aynı anda İstanbul’un dört bucağında irili ufaklı, önemli önemsiz otuz üç tiyatro perdelerini açmakta…

Adamın suratında derin çizgiler, başı sıfır numara tıraşlı…

Öyle bir adam ki Türk sahnelerinde değer olmuş, değer olmanın ötesinde değer ölçüsü olmuş.       

Kimi, bir oyunu beğenmişler, yazarına övgüler düzmüşler. Birileri çıkıp, “Oyun da fena değildi ama, canım tabii Münir oynuyordu, kötü mü olacaktı,” demişler.

Kimi, bir oyuncuyu kınamışlar, “Ah, bu rolde Münir olmalıydı da görecektin bak,” demişler.

Kimi, tiyatroda bir milli takım düşlemiş, parmak hesabının ilk sıralarında”…Münir” denmiş.

Ve işte o Münir, şuracıkta, ayağını altına almış, tiyatrolar perdelerini açarken evinde        kedisiyle oynuyor. Şimdilerde sinemacılık mavrasında… Münir mi küstü tiyatroya, tiyatro mu sığamadı, soluk yetiştiremedi Münir’e ne oldu?

“Küsmesine küsmedim,” diyor. “Ne yapacağımı şaşırdığım için oynamıyorum. Bu keşmekeş içinde ne yapılır, ne onu biliyorum ne de ben ne yapabilirim onu biliyorum. Üstelik şu sırada, sinemanın etkisi midir, kendi bunalımım mıdır, her akşam üst üste aynı şeyi nasıl yaparım diye bir çıkmaza saplandım. Şimdilik tiyatroya dönmemeye kararlıyım. Ama bakarsın ileride şu ya da bu nedenle sinemadan çekilir veya ara veririm, o zaman yine tiyatro yaparım kuşkusuz.”

Şunca yıl tiyatro oyunculuğu yapmış ya, ilk ne zaman gitmiş tiyatroya Münir, son kez ne zaman.

“İlk piyesi ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Bakırköy’de, Miltiadi’nin bahçesinde olacak. Hani bir Miltiadi vardı. Galiba İstanbul’da ilk film oynatan adamdı. Öyle derlerdi. Bizi sinema konusunda o yetiştirmiştir diyebilirim.” Eski günlerin anılarından sıyrılıp sürdürüyor konuşmayı: “Evet, ne diyorduk? Miltiadi’nin bahçesinde görmüş olmalıyım tiyatroyu ilk kez. Naşit-Dümbüllü-Karakaş karışımı bir şeyler var aklımda. Özellikle Naşit’i hatırlıyorum. Oyun neydi, onu da bilemeyeceğim şimdi. Ama Naşit hala çok canlı, görür gibi oluyorum. Son olarak, Aralık ayı içinde, Mücap Ofluoğlu tiyatrosunda Satılık Kat diye bir oyun seyrettim.”

Münir’in tiyatroya ilk gidişiyle son gidişi arasında geçen süre içinde, Türk Tiyatrosu’nda demeyelim de, Türkiye’deki tiyatroda neler olmuş? “Batı tiyatrosuna adamakıllı eğilmişiz,” diyor. “Benzetmeci bir tiyatroyu ustalıkla uygular duruma gelmişiz. Ancak, bizden, kendimizden, geleneksel tiyatromuzdan iyice kopmuşuz. Şimdiki tiyatro bu konuda banahiçbir şey vermiyor. Ben, yaşamın bir parçası olduğu için geleneği en çok tiyatroda arıyorum.”

            Münir tiyatrodan uzaklaşmanın nedeni olarak bugünkü keşmekeşi göstermişti ya, biraz daha irdeliyorum o konuyu. Bu keşmekeş ekonomik nedenlerden mi doğuyor, yoksa tiyatrodaki bir öz ve biçim sorunu mu, Münir’i iten ne?

“Ekonomik nedenler var.” diye cevaplıyor. “Ben tiyatronun çeşitli dallarında çalıştım. Oyuncu olarak da, işveren olarak da hiçbir zaman kazançlı çıkmadım. Aslında, bugünkü ekonomik koşullar içinde benim düşlediğim gibi bir tiyatronun ayakta kalması olanaksız. Benim özlediğim, düşlediğim tiyatro meşrep, bir üslup sorununa bağlı. Tiyatrodaki bütün elemanların, yazarından perdesine dek birlikte yetişmesi gerek. Bir baş komik çevresinde toplanacak ve mutlak takım oyunculuğunu yürütecek bir kadro şart. Bu da ancak geleneksel Türk Tiyatrosu öğelerinden yararlanmakla olabilir. Öz ve biçim sorunu da bunun içinde. Bunu bir anlamda resim sanatına benzetiyorum. Naif resim gibi, naif oyun özlüyorum. Bunca yıl Batı’dan aktarılan tiyatroda oynamak bana büyük bir teknik kazandırdı. Bazı oyunlardan sonra, her açtığı sergiye koşa koşa gidilen ünlü ressamlar gibi oldum. Şimdi benim dileğim, o usta tekniği yitirmeden, naif oyunculuğa dönebilmek. Yirmi beş yıldır tiyatroda ne öğrendiysem, tümünü unutmak isteği var içimde. Oysa bir yandan da aman unutmayayım diye içim titriyor. Yani bir bakıma hem karnım doysun diyorum, hem çörek bütün kalsın.

“Tiyatronun bugün içinde bulunduğu keşmekeşe gelince, bu durum tiyatro enflasyonu bitene dek sürecek. Esasen ülkenin genel görünümü de bundan farklı değil. Politikada, sanatta, edebiyatta, yaşantıda bir çalkantı, bir keşmekeş görülüyor. Sadece tiyatroya özgü bir durum değil bu. Toplumun temel düzeninde kapsamlı ve radikal bir değişim olmadıkça, diğer alanlarda olduğu gibi, tiyatroda da bir değişme, bir aşama, bir gelişme beklenemez. Daha özgür davranış olanağı var diye tanımladığımız özel tiyatrolara bakalım. Bir oyuncu ağzına geldiği gibi, dilediği gibi konuşamadığı sürece özel tiyatronun varlığından da yararından da söz edilemez. Bu düzende tiyatro sahipleri de, oyuncular da en az bir bakan kadar çaresizdirler. Bütün bu nedenler yüzünden de tiyatro giderek halktan kopmuştur.”

Öz ve biçim konusuna değinince, ister istemez, ulusal Türk Tiyatrosu’nun nasıl olması gerektiği sorusu takılıyor akla. Tiyatronun bugün bulunduğu noktadan ulusal tiyatroya nasıl varabileceği, geleneksel Türk Tiyatrosu’ndan ne yolda yararlanılabileceği soruları peş peşe geliyor. Münir hemen, hiç düşünmeden, bu konuda uzun araştırmalar yapmış birinin rahatlığı içinde cevap veriyor:

“Ulusal tiyatro dediğin, halka dönük, halktan bir şeyler alan, halka bir şeyler veren bir tiyatro, edebiyatla iç içe girmiş durumda. Hatta edebiyatın bir kolu olmuş da denebilir buna. Ulusal tiyatro deyince, özellikle yazar sorunu ortaya çıkıyor. Geleneksel tiyatronun en büyük eksiği yazarsız oluşu. Yazar olmaması, giderek bu tiyatronun kısırlaşmasına yol açmış. Bugün bu türe yakın çalışmalar yapan oyuncular, bu türde yetişmiş bir yazar olmadıkça, bu çabalarını daha kaç yıl sürdürebilirler? Oyuncunun görevi oynamaktır. Bir yandan da yazarın yapması gereken işleri yüklenince, bu uzun süre götürülemez. Tiyatronun içinden yetişmiş ya da her an O havanın içinde bir yazar olmalı. Tiyatronun doğal yapısına yabancı bir yazarla ulusal tiyatroya varılamaz. Geleneksel tiyatronun bütün öğeleri bizdendir diyorum. Kökeni ister Yunan olsun, ister Hint, ister Çin. Bize mal edebilmişsek gerisi önemli değil. Geleneksel Türk Tiyatrosu öğelerini araştırmak, incelemek Devlet Konservatuarı’na düşen bir görev… Konservatuvarda saatler saati dudak egzersizleri yapılır, Batı Tiyatrosu aktarmaları uygulanır da, neden böyle bir derse yer verilmez anlamıyorum. Oyuncu için kaçınılmaz gereklilik taşıyan bir niteliği var bu sorunun.

Geleneksel derken sadece Ortaoyunundan söz ediyorum. Çünkü bu tür, Karagöz’ü de, seyirlik oyunlarını da içeriyor. Ortaoyununda en belirgin etki Karagöz’den geliyor. Batı örneklerinden Commediadell’Arte’nin de mimus oyunlarının da etkisi var kuşkusuz. Ancak, az önce de söylediğim gibi, kendimize mal etmiş olduğumuz sürece kökenin önemi bitiyor. Ortaoyunu, özellikle diyalog düzenindeki sadelik ve rahatlık yönünden, Karagöz’den etkilenmiş. Diyalog en ekonomik ve en gerekli niteliklere indirgenmiş.

“Geleneksel tiyatronun ulusal Türk Tiyatrosu’na katkısı iki yönlü gelişir kanısındayım. Bir yandan, gerek oyuncuyu gerek seyirciyi alıştırma amacıyla, ortaoyunları aynen oynanmalı. Bu bir çeşit deneme sahnesi düzeninde olabilir. Öte yandan da, bu tiyatro öğelerinden yararlanılıp, bugünkü birikim içinde bir öz ve biçim aşamasına gidilmeli.

“Geleneksel tiyatronun en çekici yanı, soyut olması… Bu, tiyatroda, gerçekdışı olsun da ne olursa olsun geçerli. Oyunların geçtiği zaman bile hep yüz yıl gibi, iki yüz yıl gibi yaşanılan; gerçeğe uzak zamanlardır. Aslında, geleneksel tiyatroda, bir bakıma gerçekle alay edilir. Gerçek taşlanır. Oyunlarda işlenen konu hep aynıdır da, oyundaki kişilerden her birinin gerçeği başka başkadır. Bu soyutlama, günümüz koşullarına ve konularına uygulanabilir. Biçim olarak da en ileri tür bence bu… Sanırım bütün dünya tiyatrosunun aramakta olduğu biçim, bu temele dayanıyor. En iyi soyutlamayı halk yaptığı için, halka en yakın tiyatro türü de bu oluyor. Nerede işin içine teknik girerse, gerçekten uzaklaşıyor. Bu, çok güzel bir orkestrasyonda ustalığın ön plana çıkışına, bir sıcaklığın, bir şeylerin eksikliğine benziyor. Bir oyunu, bir sözü, bir davranışı iki kez aynı biçimde tekrarlamaya imkan var mı sizce? Şu halde, benzetmeci tiyatro olamaz. Her gece başka bir şey olabilir, hatta olmalıdır…

“O zaman kabare tiyatrosu, gazete tiyatrosu konusu diye tanımladığımız türleri yeğliyorsunuz demek?”

“Evet, bunlar geleneksel tiyatromuzun sınırları içinde. 

“Peki sokak tiyatrosu konusundaki görüşünüz nedir?”

“Sokak tiyatrosu, ulusal tiyatroya varma yolunda, bugünkü anlayışla yönetilen konservatuvarlardan çok daha yararlı. İçten geldiğince bir oyun düzenini sürdüren, halktan başka eleştiri tanımayan, doğal bir tür.”

Son zamanlarda ülkemizde “televizyonu köylere dek götürmek” sloganı moda… Bir yandan konunun aktüel oluşu, öte yandan Münir’in uzun süredir sinema alanında çalışması televizyonda tiyatro sorusuna yol açıyor. “Televizyon çok ilginç!” Siz de televizyonu ayrı bir soru olarak sorduğunuza göre, tiyatro, sinema, televizyon diye bir ayrım yapmak gerekir. Bu durumda, diğerlerinden farklı, kendine özgü bir anlatım tarzı olan yeni bir temaşa türü çıkıyor ortaya. Televizyonda hem tiyatro var hem sinema. Sinema bugün anlatım konusunda televizyonun özelliklerinden yararlandığına göre, ben televizyonda tiyatro değil de tiyatroda televizyon olarak cevaplayacağım soruyu. Yani, tiyatro, televizyon anlatımından yararlanabilir. Televizyon takdimcileri usta birer Pişekar durumunda dış ülkelerde. Sokaktan birini çağırıyor ve nefis bir güldürü çıkarıyorlar karşılıklı konuşmalarından. Bu takdimcilerin arınmış diyalog düzeni bizim geleneksel öğelerimize de yatkın. Geleneksel tiyatronun en belirgin özelliklerinden biri ‘ibret’ tiyatrosu oluşudur. Sahnede hiçbir şeyi idealize ederek seyircinin onu örnek almasını bekleyemezsiniz. Tersine, oyunda hep “siz bu duruma gelmeyin” örneklemesi vardır. Bir bakıma, geleneksel tiyatro, düzene uymayan insanların oyunudur. Bu tavır televizyon anlatımıyla birleştirilirse ortaya çarpıcı bir sonuç çıkar kanısındayım. Münir tiyatroyla kişisel ilişkilerini, tiyatro konusundaki genel görüşlerini anlattı uzun uzun. Sonuç, Münir tiyatroya küsmemiş. Tiyatro yapmasına yapacak da şöyle diyor bu konuda: “Belirli bir ortak dünya görüşüne yaslanmayan ve böylesi bir görüşü yansıtmayan bir tiyatro olmamalı,

Belki de ben tiyatro yapmak için o ortak dünya görüşünü arıyorum…”

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.