AYLAK DERGİ

SİNOPSİS: ÇEKMECELER





“Hayat kendini bulmak değil, yaratmaktır”
                                               -Sati

         Listemde yüzlerce film vardı ve tüm haftasonumu ele geçiren tek bir film izleyebildim. Çekmeceler! İzlemekte geç kaldım diye hayıflansam da bir şeylere yetişmenin zorluğunu kabullendim sanırım. Caner Alper’in gerçek bir hikâyeden esinlenerek senaryosunu kaleme aldığı ve Mehmet Binay’la birlikte yönetmenliğini üstlendiği bu filmi Sinopsis’in ilk yazısıyla sizlerle paylaşmak istedim. Çekmeceler, “Zenne”nin yaratıcılarından, dolayısıyla “Zenne” ile çok karşılaştırılmış. Zenne kıstasına göre daha iyi ya da daha kötü şeklinde değerlendirilse de yalnızca sanat yönetmenliği konusunda bile tek başına kendi içinde değerlendirilebilecek bir film olduğunu açıkça yüzümüze vuruyor Çekmeceler. “Bir kere izlemek olmaz, bir daha izle beni” diyor. Çünkü tek seferde ona hâkim olamazsınız. Adeta hangi tabaktan ne alacağınızı bilemediğiniz bir sofradasınız. Yemek hızlı akıyor, sohbetlere yetişmeye çalışıyorsunuz, fonda muhteşem bir müzik dikkatinizi cezbediyor. Ev sahibi “Yine gel.” diyor, bir bakmışsınız kapının eşiğindesiniz. Yemek çoktan bitmiş ve uğurlanıyorsunuz. İlk kez izleyecekseniz yalnız izlemenizi, ikinci kez izlediğinizde de fikir teatisi yapabileceğiniz biriyle izlemenizi öneririm. Zaten en az iki kez izlenmeli çünkü. Zira bir kere izlerseniz ve dağılırsanız film size boşluklu gelecektir. Mesele de bu boşluklardır zaten. Çekmecelerdeki boşluklar…

        İzlemesi epey zor, belki de bu yüzden epizodik bir anlatımla üçe bölünüyor film. Çekmecelerini kilitleyen bir baba ve anahtar bulabilmek için çırpınıp duran kızının hikayesini tek seferde hazmetmenin zorluğundan olsagerek, bu yola başvurmuşlar. “Kilitler”de Deniz’in çocukluğu ve gençliğinde bizi sorularla bırakıp “Çekmeceler”de birden onun yetişkin dünyasına sürükledikten ve bir kaosun ortasında bıraktıktan sonra Kralı öldürüyor* film. “Hiçten hiç çıkar. Sen bir hiçsin!” diyen kralın ölümüyle “Anahtarlar”da Deniz’in doğumuna şahitlik ediyoruz. Kralın iktidarsızlığı, cücenin ölümü, Ceylan ve Tilki, Deniz’in istismarı (?) tekrarlayan doğum günleri, annelik hissinin bir ömür süren doğum sancısı ve pek çok şey hep birer soru işareti olarak kalacak. Belki bir kez daha izleyinceye kadar. Biriyle yeniden üzerine konuşuncaya kadar. Şahane müzikleriyle ve masalsı anlatımıyla akıl almaz bir zevk yaşattı Çekmeceler. Yaratılan masalsı dünya kimilerini rahatsız etse de bir nevi yönetmen imzası. Pastel ışıkların ardında kemikleşen acı, nefis bir kontrast yaratıyor. Belki zaman kurgusunu zedeliyor ve bir kopukluk yaratıyor ama bu şuursuzluk hali bizi filmle bütünleştiriyor. Ayrıca bu masalsı anlatım tiyatrodan sinemaya yolculuk eden “In-Yer-Face” tekniğine de iyi bir yol arkadaşı oluyor. Bu teknikle beraber sadece ters köşeleri yok, sivri köşeleri var filmin. Film köşeli zaten, izlerken çekmecenin köşesine çarpıp duruyorsunuz. Bir dakika… Kendi şemalarınız mı çarpıp durduğunuz yoksa? Sadece bu soru bile gösteriyor ki herkesin sevebileceği bir iş değil, zaten öyle bir derdi de yok. Benzeri Türk sinemasında yok, bu sebeple kıyas da kabul etmiyor ve kusurları güzelliğinden hiçbir şey götürmüyor. 

               Ece Dizdar ve Taner Birsel aklımı başımdan aldı. (Taner Birsel mütemadiyen aklımı başımdan alır.) Ayrıca kabul etmek gerekir ki, Ece Dizdar’dan başkası olamazmış Deniz. 
Beni çok etkileyen bir diğer karakter ise “Sati”ydi. Tuğrul Tülek’in başarıyla hayat verdiği bu kaybolmuş bilge, kafamın içinde binlerce soruyla uzun süre yaşayacak gibi duruyor. 
Tilbe Saran ve Nilüfer Açıkalın ise adeta ders vermişler diyebilirim. Bu performanslarıyla da Ece Dizdar ile birlikte 20nci Türkiye-Almanya Film Festivali’nde ödüle layık görülmüşler. Film boyunca beni mest eden müzikleri es geçemeyeceğim, zira filmin İngilizce adından hareketle “Drawers” ismiyle piyasaya çıkmış bir albüm bile var. Bu kadar anlattıktan sonra sanırım bana artık “İyi seyirler.” dilemek düşüyor. 

Yine de “Bu filmden birkaç film daha çıkarmış.” demekten kendimi alamıyorum.

YÖNETMENİN NOTU: Sanırım biz Caner’le bu üstü örtülü, konuşulmayan hikayeleri topluma anlatmayı seviyoruz. Çünkü +18 diye etiketlenen gerçekler, onların hepsi, bize ve insanlığa ait şeyler. Onlardan ne utanıyor ne de çekiniyoruz.
                                                                                                            -Mehmet Binay

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.