AYLAK DERGİ

DENİZ TOPRAK

MÜZEYYEN

Kahverengi, sarı büyük puntolarla yazılı, yaldızlı bir kapak.  “İkilemlerle dolu bir dünya.” demişti Müzeyyen bu kitap için. Kitabı eline al. Gözlerini kapat, sayfalarını çevir. Hissettiğin anda dur ve o sayfayı aç. Senin dünyan orada.

Muhteşem şeylere layık olduğunu sanan insanların mağrur oldukları düşünülür. Zira hak ettiğinin fazlasına layık olduğunu düşünen ahmaktır. Fakat erdemli insan ne ahmak ne aptaldır.

Satırları okuyor, okudukça yazılanlar anlamsız geliyordu. Sahi bu kitabı Müzeyyen sana neden vermişti?         

Aslında tek doğru yol diye bir şey yoktu. Her yolun da geliştireceğini ya da iyileştireceğini sen de çok iyi biliyordun. Buna rağmen birinin göstermesini, “Evet bu yol doğrudur. Şimdi bu tarafa!” demesini bekledin. Çünkü sen, azıyla yetinebileceğine inandın ya da inandırıldın bugüne kadar. Bu ölçüyü kabullendiğin için kaybediş ya da bitiş noktasında olduğunu da anlamadın. O yolu seçtiğinde de yol boyunca diğer yolda aklın kaldı. Doğru yol, seçtiğin yolda görebildiklerindi. Görmeden sadece ihtimalleri düşünmüş olman, “O yolu denedim.” demen için geçerli bir sebep değildi. Oysa senin ihtiyacın olan yolu, kalbin hep söyledi. Bunu hiç fark ettin mi? Rüzgâr, o yöne esti, seslendi ağaç yapraklarıyla. İşittin mi? Hissetmek yerine cevap vermeyi seçtin, kendini açıklama yapma zorunda hissettin, “Üşürüm.” dedin. Şimdi öylece duruyorsun. Belki de suçlayacak birilerini arıyorsun. Bakıyorsun gözünü kırpmadan, “Azını hak ettiğini düşündüğün için azına sahipsin.” diyorsun. Hayır bakma öyle, sen bir seçim yapmak istemedin. Sen sana gelenin işaret olduğuna inandın. Hayır işaret diye bir şey yoktu. Müzeyyen anlattı hep sana bunları, e tabi sen onu da dinlemedin. Hâlâ o işareti kaçırdım mı diye düşündün durdun, Müzeyyen o sırada, “İşaretler seçimlerimizin yansımasıdır.” diyordu. Tesadüf diye bir şey yok, olması gerekenin karşına çıkması var ama sen ihtimalleri düşünürken onu hiç duymadın. İyi bir karakter olduğunu düşündün hep, evet hâlâ görüyorum bunu bakışlarında. Asil. Mağrur olduğunu göremeyecek kadar bakmıyordun kendine. Mağrur olmak da zordur diyorsun bana, öyle mi? Söyle söyle bitir cümlelerini. Asalet ve iyi karakter birleşimi olmadan mümkün değil, öyle mi? İyi insanlar senin fazlasını hak ettiğini düşünmesi seni onurlandıracak, bunu önemsiyorsun hâlâ. Bunun doğru olduğunu ispatlayacak bir sav var mıydı elinde? Hayır Müzeyyen’e soramayız bunu, kendin kafa yoracak, ispatlayacaksın. Mağrur biri değil misin? Hahh işte şimdi güldürdün beni, hayır elbette o yoldan senin de geçmiş olman aynı deneyimi gördüğün anlamına gelmiyor. Hâlâ inanmak istemiyor, o işaret gelmedi, diyorsun. İşaret diye bir kavram olmadı hayatımızda.  Müzeyyen’i arayacağım artık, tekrar anlatsın sana bunu. 

Göremediklerinden de sorumlusun unutma. Sadece baktığın için karanlığa gömülüyorsun yavaş yavaş sinsice. Önünden gelip geçen, yaşanan hayatlara tıkadığın kulaklarından da sorumlusun. Sorumluluk almak istemiyorsun, evet biliyorum ama bilmeden çoktan aldın, farkında değilsin. Geçip giderden görmediklerinden, duymadıklarından her şeyden bir parça aldın. Neredeyim? Dediğinde dile gelen ağaçları nasıl duyamadın? Rüzgâr seslendi sana, yapraklar önüne düştü, yolunu çizdi. Ağaçların ayaklanıp devrim yaptığını da yazmışlardı bir dönem. Bir gazete küpürüydü sanırım, saklamıştım bir yerlerde. Sen bakmazsın, önemsiz görürsün hep böyle şeyleri ama, sana bir sır vereyim mi? Onlar zamanın yolculuğunun bir parçasıydı. Dur şuradaki kutuda mıydı, karışmış hep burası da. Her neyse sakin kafayla bakacağım, şimdi anlatayım. Ağaçlar kaderine mahkûm olmak istemedi, işaret beklemedi. Yolu takip etti, kendini dinledi, arkadaşlarını dinledi. Yolunu kendi çizdi, doğru yolu o inşa etti.

Sen şimdi ne hislerini dinliyorsun ne etrafına bakıyorsun. Büyük bir kibirle dolu bu odayı penceresiz hale getiriyorsun. Herkes muhteşem şeylere layıktır sen de öyle ama zorluyorsun. Bırak.  Müzeyyen’i aramak istiyorsun hala ama Müzeyyen her şeyi seninle konuştu, bitti artık. Sen dinlemedin, o arada başka bir halinle konuşuyor, orada olanları düşünüyordun. Bizimle aynı zamanda burada bulundun mu sahi?

Pencereyi en son ne zaman araladın, hatırlamıyor musun? Evet sen pencereyi sökelim istedin ama Müzeyyen fikrini değiştireceğine inanıyor, o sana gerçekten inandı ve sökmedi. Siyah, yerlere kadar uzanan bu perde ama, arkasında hâlâ gün doğuyor, bahar dönüyor sokaklara yeniden. Perdenin uçlarına doğru bahar çiçekleri işlenmiş, fark ettin mi? Müzeyyen hususi olarak istedi, baharı unutmaman için. Kararttığın kalbinde, usanmadan yılmadan çiçek açması için uğraştı Onu en son ne zaman görmüştük, sahi uğramıyor. Nergis zamanı geçti mi, Müzeyyen hep toplardı. Hatırlıyor musun kokusunu, kışın baharı yaşaması gibi bir his.

… Uğultulu sesi doluyor odaya. Işık mı bu gerçekten yoksa ayna mı yansıyor yüzlere. Ne zamandır böyle, sahi Müzeyyen nerede?

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.