TÜRK TİYATROSUNUN STİLİZASYONU VE ULVİ URAZ
Onca yıldır ödüller verilmekte, yazılar yazılmakta, oyunlar sergilenmekte, oyuncular yetiştirilmekte ve bu sayede Türk Tiyatrosunun yaşatıldığı düşünülmektedir. Belki de en bariz hatalardan biri bu şuursuz hareketlenmedir. Bir fiil, faydalı olmadığı hâlde yapılırsa ne katkı sunabilir ki? Yahut bir temellendirmeden, bir müşterek paydadan yoksunsa ne kadar sağlıklı dallanıp budaklanabilir? Bu mesele, esasen Türk Tiyatrosunun teşekkül etmeye başladığı (tabii ki Batılı manada) on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren tiyatro hakkında fikir yürüten münevverlerin zihinlerini meşgul eden bir mevzu olmuştur. O devirde üç çıkar yol bulunmuş ve Türk Tiyatrosu’nun ancak bu üç yoldan birini takip ederse selamete çıkabileceği öne sürülmüştür:
- Batılı tiyatro klâsiklerinden yapılan adaptasyonlar
- Kendi öz tiyatromuzdan yola çıkılarak yazılan telif piyesler
- Türk Tiyatrosu’nu geleneğinden faydalanarak günümüzün tiyatrosuna uygulama, stilizasyon.
İlk yol, Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide devrinin ediplerinin en fazla aşındırdıkları geçit olmuştur. Sonra bu yol basitleştirilmiş ve Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda bulvar tiyatrolarının ve sürüm oyunlarıyla ayakta kalmaya çalışan trupların vodvillerden, sulu komedilerden apardıkları temsillerin türü olarak kabul edilmiştir. Dario Fo’nun tanımladığı şekilde olmasa da bir “Türk şekli halk tiyatrosunun” başlıca oyun aparatı halini almıştır. Bu türün yıldız oyuncularının vefatları ve 68 neslinin daha altı dolu oyun arayışları sebebiyle yavaş yavaş sahnelerimizden silinmiştir.
İkinci yol, bilhassa Cumhuriyet’in ilanından sonra yetişen tiyatro aydınlarınca idealize edilen yol olmuş ve bu yolda birçok eser kaleme alınmıştır. Başta Haldun Taner, Aziz Nesin, Oktay Arayıcı, Mehmet Akan, Atila Alpöge, Ferhan Şensoy, Sadık Şendil, Turgut Özakman, Yılmaz Onay olmak üzere, çok sayıda tiyatro yazarı “geleneksel” diye tasnif ettikleri öz tiyatrodan hareketle güncel temalı piyesler vücuda getirmişler ve seyircinin ilgisini muhafazakâr beğenilerini dürtüleyerek kazanmayı keşfetmişlerdir. Bugün bile beğeniyle oynanan birçok piyes bu gayretin mahsulüdür ve hâla asıl Türk Tiyatrosunun bu “ikinci yol” olduğunu müdafaa eden aydınların sayısı hiç de az değildir. Yalnız dünyada sol ideolojinin sekteye uğraması, iki kutuplu dünyanın sol kutbunun çökmesi, ekseriya sol ideolojiye dayanan bu tür oyun üretmenin de ışığının bir parça olsun sönmesine sebebiyet vermiştir. Şimdinin seyircisi için eski ifade gücünü yitiren bu piyeslerin ideal olma durumları da zayıflamıştır.
Üçüncü yol ise henüz pek üzerinden geçilmemiş, daha doğrusu mamurluğunun farkına varılmamış olandır. Zira en zor uygulanabilenidir. Neden mi? Çünkü bu yolun kullanılabilmesi için ne tek başına oyuncu, ne bir rejisör ne de yazar kafi gelir… Tiyatro patronu da lazımdır, yeri geldi sahne de… Öğretmen de gerekir, şevkli öğrenci de… Türk Tiyatrosunda bu yolun açıcılarından biri Ulvi Uraz’dı; ehemmiyeti çok büyüktü.
***
Ulvi Bey İstanbulluydu, İstanbul’da doğmuştu ama tiyatro tahsilini Ankara’da, Devlet Tiyatrosu’nda aldı. Bu teferruat mühimdir çünkü İstanbullu oyuncuları seyretmiş, oyun tarzlarını öğrenmiş bir genç Batı tarzında bir tiyatro tedrisatından geçmiş ve Batı oyun tavrını da dimağına yerleştirmiştir.
Profesyonel sahne hayatına 1943’te bir dünya klâsiğinde rol alarak başlamıştır; Jül Sezar’da… 1953 senesine kadar Devlet Tiyatroları’nda çalışmış ve akabinde İstanbul’a gelmiştir.
İstanbul’da suya sabun oyunlar oynayan Dormen Tiyatrosu’nda ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda çalışmıştır. İstanbul’daki iş tecrübeleri heybesini farklı temsil becerileri ile doldurmasına, özel ve ödenekli tiyatro tecrübeleri kazanmasına katkı sunmuştur.
Yaklaşık çeyrek asırlık bir öğrencilikten sonra, öğretmen rolüne çıkma sırasının geldiğini anladı ve 1961-62 sezonunda kendi tiyatrosunu kurdu!
Ulvi Uraz Tiyatrosu bir okul, bir tiyatro mabedidir. Kim yetişmemiştir ki bu okulda, kim eğitim görmemiştir ki? Ali Poyrazoğlu’nun komedi gücünün farkına varıp ona ilk başrolünü, üstelik bir Hüseyin Rahmi Gürpınar romanı adaptesi olan Utanmaz Adam’da veren Ulvi Uraz Tiyatrosu’dur… Kemal Bekir’in bu meşhur romanı oyunlaştırma teşebbüsünü millî tiyatro diyebileceğimiz bir şekilde sahneleyen tiyatronun da adıdır Ulvi Uraz Tiyatrosu…
Türk Tiyatrosunun en büyük kadın komedyeni Seden Kızıltunç’un istidadını görüp ona başrolde partnerlik veren de gene Ulvi Uraz Tiyatrosu olmuştur; sahne tarihimizin en başarılı kabare oyuncularını yetiştiren de…
“Oyuncu fabrikalığı” bir yana, oyun repertuarı hususunda da bir devrim yapmıştır. Mehmet Akan’ın Midirfillik Oyunu’nu çağdaş bir ortaoyunu gibi sergilemiş ve Türk Tiyatrosunun özünün, İtalyan sahnelere stilize olmasına yardımcı olmuştur.
Aksaray’da, yıllarca komedi tiyatrolarının kahkahalarla duvarlarını okşadığı Küçük Opera’yı mekân olarak seçmesi bile bir stilizasyon arayışına yorulmalıdır.
Ulvi Uraz ismi, Türk Tiyatrosunda silinmeyecek bir mürekkeple yazılmıştır. Belki bugün değilse bile yarın izini takip edecekler çıkacaktır. Hatta Türk Tiyatrosunun teşekkülü dahi tamamlanacaktır.
Geçmişi bildi, gelecekten el aldı, yaşadığı güne daldı ve bugüne kaldı… Daha ne olsun ki!
Erdem Beliğ Zaman