AYLAK DERGİ

NERMİN YILDIRIM

SÖYLEŞİ: GÜLİN EREN SAYGIN

  1. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü mezunusunuz. Üniversite yıllarınızda “Alem-i Nisvan” başlıklı feminist bir fanzin çıkardınız. Çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştınız. Unutma Beni Apartmanı, Rüyalar Anlatılmaz, Saklı Bahçeler Haritası, Unutma Dersleri, Dokunmadan, Misafir, Ev romanlarınızdan sonra Bavula Sığmayan novellanız yayımlandı. 2017 senesinde yayımlanan Dokunmadan romanınız Dünya Kitap “Yılın Telif Kitabı” ödülünü kazandı. 2018’de yayımlanan Misafir romanınız Berlin Film Festivali’nin “Edebi Eserleri Sinemaya Taşımak” amacıyla oluşturduğu “Books at Berlinale” kategorisinde seçilen 12 eserden biri oldu. Ev adlı romanınız Duygu Asena Roman ödülüne layık görüldü. İlk kitabınız Unutma Beni Apartmanı 2011 senesinde Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Yayınevlerine dosyanızı sunarken nasıl süreçlerden geçtiniz? Zorluklar yaşadınız mı? Ülkemizdeki yayınevi politikalarını nasıl buluyorsunuz?

Benim hikayem de tüm hikayeler gibi şahsına münhasır. Pek klasik bir yayınevi süreci yaşamadım. Çünkü yayınevine dosyamı sunmadım. Çocukluğundan beri yazan biri olarak amacım yazdıklarımı yayımlatmak değil, nihayet birilerine göstererek fikir almaktı. Bunun için de dosyamı okuması için üç arkadaşıma verdim. İkisi okudu, güzel şeyler söyledi ama üçüncü kişi okumadı. Dosyayı bir yerde bıraktı gitti diyelim, anlatımı daha masalsı olsun diye ve dosya benden bağımsız bir biçimde Doğan Kitap editörlerinden birinin eline geçti. Sonra da beni arayıp yayımlamak isteyip istemediğimi sordular. Yani biraz film gibi diyebileceğimiz çok umulmadık biçimde gelişen bir hikâye oldu. Dosyayı fikrini merak ettiğim arkadaşıma verirken ne böyle bir amacım vardı ne de bana kalsa dosyamı büyük yayınevlerine yollamaya cesaret edebilirdim. Deneseydim de muhtemelen türlü zorlukla karşılaşırdım. Çünkü biliyorum ki bugün yayınevleri çok sayıda dosya alıyor ve pek azını yayımlayabiliyor. En güzel eserler belki henüz okunmadı bile. Yazdıklarına ret yanıtı alan arkadaşlar bunu hep hatırlasın. Yazdıklarınızın yayımlanmamış olması ya da yayımlansalar bile yeterince görünmemesi her zaman ve sadece yazılanın niteliğiyle ilgili değildir. Çok farklı dinamikleri var yayıncılık dünyasının. Bunların bir kısmı edebiyatla ilişkili bir kısmı değil. Bir metnin değerini yayımlanmasıyla ya da okunmasıyla ölçmek çok yanlış olur o yüzden.

2-Haruki Murakami, koşmadan ve spor yapmadan yazamadığını söylüyor. Franz Kafka’nın günde 12 saat, başka yazma fırsatı bulamayacakmış gibi bir inatla yazdığı, Honore de Balzac’ın da günde 50 fincan kahve tüketerek sürekli yazdığı söylenir. Nermin Yıldırım’ın yazma ritüelleri nelerdir? Her gün disiplinli bir şekilde yazar mısınız?

Ben de yürüyorum. Murakami kadar hızlı değilim sanırım, o yüzden koşmuyorum ama en az onun kadar sabırlıyım, o yüzden çok uzun yollar yürürüm her gün. Uzun derken cidden uzun. Rekorum 11 günde Portekiz’den İspanya’ya yürümek, öyle diyeyim. Yazmak için de yürürüm, yürürken düşünürüm çünkü, masa başında değil ve evet her gün yazarım. Bunu disiplin olsun diye yapmam, başka türlüsünü bilmediğimden, yazmayı çok sevdiğimden, her gün yazının başına oturmazsam kendimi eksik hissettiğimden yaparım.

3-Unutma, hatırlama, aile ekseninde ilerleyen romanlar yazıyorsunuz. Anne-baba ilişkisi, ailede yaşanan çözülmeler, sevgisizlik, toplumsal şiddet gibi izlekler romanlarınızın olmazsa olmazı. İyi bir yazar, anlatıcı olmanızın yanı sıra aynı zamanda iyi bir toplum gözlemcisiniz. İnsan hatırladığı şeydir. Dilsel, kültürel, politik, ekonomik, duyusal, dinsel ilişkileri ile insanın biyografik geçmişi o kişinin kimliğini tanımlar. Sosyal ve kültürel olarak belleğimizi yitirmemizle sanki toplumsal olarak kimliğimizi de yitirdik. Konuşmaya, adalet aramaya, derdimizi anlatmaya çabalamak yerine susan, trajik olayları unutan, hiç yaşanmamış sayan bir toplum olduk. Toplumsal olaylara kayıtsız kalamayan, kitaplarında bireyi ve toplumu ele alan bir yazar olarak bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

İnsanı yaşadığı toplumdan ve zamandan ayrı düşünemiyorum. Tek başına mutluluk diye bir şey de yok. Bir toplum ne kadar tamsa, doyuma ulaşmışsa içindeki fertler de o kadar ulaşabilir ancak. Yani kurtuluş yok tek başına… O yüzden bizzat sırtlanmadığımız dertler de bizimdir. Hele bizim gibi ülkelerde, geçmişinden ders çıkarmayan yani, tarihin tekerrürleri sırtımıza gittikçe daha büyük yük olur. Bir yerde o zinciri kırmak, hiç değilse derdi yüksek sesle söyleyerek görünür kılmak istersiniz. Ben bir derde binaen yazan yazarlardanım. Derdimi de dünya ağrısından alırım. Dolayısıyla şahsen yaşarken nerelere takılıyorsam, nereleri anlamaya çalışıyorsam, romanlarım ve kahramanlarım da o yollarda yürür. Bunu bir toplumsal vazife olarak da düşünmem, insan olmanın, bu hayatta var olmaya çalışmanın doğal bir sonucudur bu bence.

4-Edebiyat metinleri; sinema, tiyatro ve televizyon dünyasının vazgeçemediği kaynakların başında geliyor. Duygu Asena Roman Ödüllü “Ev” romanınızın başkahramanı Seher’in yazdığı “Evi Yak” senaryosundan esinlenerek “Kusursuz Kiracı” dizisinin senaryosunu yazdınız. Bavula Sığmayan isimli öykü kitabınızdaki aynı adlı novellanızdan uyarlanan tiyatro oyunu “Aile Yalanları” ve doğrudan tiyatro oyunu olarak kaleme aldığınız “Üç Eksi Bir” tiyatro sahnesinde izleyiciyle buluştu. Edebi metinlerin beyazperdeye ya da tiyatroya uyarlanmasını nasıl buluyorsunuz? Sizce orijinal metni okurken etkilendiğimiz o büyülü dil, beyazperdede yönetmenin kadrajından yansıyan dünyayı izlerken bozuluyor mu?

Yazılan metinle uyarlanan metnin iki ayrı eser olduğunu kabul ederseniz, duygusal olarak daha az yorulursunuz bir yazar olarak. Diğer türlüsünde bolca huysuzluk etmeniz kaçınılmaz. Ama bunu yapabilmek için de yazdıklarınızı dünya görüşünüz benzer, estetik ve politik hassasiyetleriniz benzer ellere teslim etmeniz gerekir. Ben bu konularda ince eleyip sık dokuyan, kolay karar alamayan biriyim. Hep böyle yapmaya çalışıyorum. 

5-Bavula Sığmayan isimli öykü kitabınızda yer alan “Şimal Yıldızı” öykünüzde onlarca savaşta yitip giden insanlara saygı duruşu niteliğinde yazdığınız bir bölüm bulunmakta. Son yıllarda ülkemizde ve dünyada yaşananlarla ilgili neler söylemek istersiniz?   

Üniversite yıllarımda savaş karşıtı bir eyleme katıldığım için okuldan ceza almış ve çok şaşırmıştım. Nasıl yani demiştim rektörlükte, yeni insanlar ölmesin dediğim için mi suçluyorsunuz? Fikrim değişmedi ve değişmeyecek. Savaşların bir kazananı olduğuna inanmıyorum. Bir kişinin öldüğü yerde zaten herkes kaybetmiştir bence.

6- Son dönem Türk edebiyatında roman ve öykü türlerinde yazmış olduğunuz eserlerinizle adından sıkça söz ettiren değerli yazarımızsınız. Öykü ve roman yazmanın benzerlikleri ve farklılıkları sizce nelerdir? Türk edebiyatımızda son yıllarda öykünün gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Ben kendimi romancı olarak görüyorum çünkü içinde en rahat ettiğim ev orası. Uzun soluklu olduğu için, uzun süre içine kapanıp ayrıntılarda kaybolabiliyorum ama bundan öyküyü küçümsediğim anlamı çıkmasın. Aksine, öyküyü şiire daha yakın ve çok çetin bir tür olarak görüyorum. Talihsiz bir biçimde genelde romana giden yolda bir basamak olarak algılansa da asla öyle değil. Öyküde sözcükleri tasarruflu kullanmanız gerekir, ciddi bir kalem işçiliğidir yani. 

7-Romanlarınızda psikolojik yönleri ağır basan, varoluş sorunları çeken, psikolojik derinliği yüksek karakterler dikkat çekmektedir. Romanlarınızda karakterleri oluştururken uzman psikologlardan yardım alıyor musunuz?

Uzun okumalar yapıyorum diyelim, psikoloji zaten uzun yıllardır çok yakından ve derinden ilgilendiğim bir alan. Ama onun dışında da yazdığım her konuda zaten alanın uzmanlarına mutlaka danışırım. Psikolog danışmanlarım da var elbette. Yazdıklarımın sağlamasını yaparım, görüşlerini alırım.

8- Yeni bir kitap çalışmanız ya da projeleriniz var mı? Okurlarımızla paylaşmak ister misiniz?

Her zaman yazan, hayatının çok önemli bir parçası yazmak olan biriyim. Velhasıl tezgahımda her zaman bir şeyler vardır benim. Ne zaman biter ne zaman çıkar orasını bilemem, ama bir şey yazıyor muyum diyorsanız evet yazıyorum, yazı masam hiçbir zaman boş değil. 

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.