AYLAK DERGİ

YEŞİL, MAVİ, SARI

Apartmanın demir kapısı gürültüyle kapandı ardından. Yağmur çiseliyordu. Annesi yanında olsaydı ahmak ıslatan, derdi. Nasıl da tepinip ağlardı küçücük bir çocukken bu lafa. ¨Yağıyor işte ben aptal değilim. ¨ Yağmura, karanlık bulutlara, geçmişten peşini bırakmayan anılara rağmen içinde bir ferahlık, bir tazelik hissediyor, yüzüne çarpan damlalar, toprağın kokusu ona iyi geliyordu. Yok yok, iyi diyerek geçiştirilecek bir şey değil. Ufacık, en köşede, derinlerde bir yeşil, mavi, sarı tomurcuk filiz veriyor.

Doktor ¨İyi olacaksınız. ¨ dememişti. Hatta neredeyse herhangi bir kelime bile çıkmamıştı ağzından. Sadece muayene sonrası ultrason aletinin üzerindeki soğuk jeli temizlerken gülümsemişti. Ekranda bir noktayı işaret etmiş, hiçbir şeye benzemeyen o minik karaltıdan gelen ritmik sesleri dinletmişti. Her şey yolundaydı.

Annemle babamı düşünmeyeceğim şu an. Ona ya da ailesine de bir açıklama borcu yoktu. Gri duvarlara yaslı bankta oturup sıra beklerken, hâkimin ¨Emin misiniz? ¨ inden sonra ses çıkarmazken, soğuk deftere imzayı çakarken bitmişti her şey. Şimdi bu yeşil, mavi, sarı tomurcuk değiştirecek değildi ya fikrini. Hiçbir hakkı yoktu bu küt küt atan kalbin üzerinde. Sadece benim o. Gülümsedi, yağmur hızlanmış tereddütler basmaya başlamıştı. Akşam ne yesem? Ablamı mı çağırsam? Yalnız başına mutfak penceresine bakarak ve buzdolabının uçacak gibi zangırdamasını dinleyerek önceki günden kalan makarna ve köfteyi yemek istemedi.

Evi boşaltmamakla, daha ucuz bir yere taşınmamakla, kontratı üstüne geçirmekle iyi yapmıştı. ¨Hayır, sen istiyorsun diye bitemez. Biraz daha denesek, ¨ demediğine pişmandı bir parça ama azalıyordu bu duygu içinde yavaş yavaş. Yerine bir tomurcuk filizlenmişti. Korkuyor muydu? Bu soruyu bir süre sormamaya karar verdi.

Ofis olarak kullandığı odadaki masayı ve kitaplığı yatağının yanına taşısa, duvara dayalı koltuğu salonda camın önüne koysa tek kişilik bir yatak rahatça sığardı boşalan yere. Hem yağmuru, hafta sonları güneşin doğuşunu da izleyebilirdi o köşeden dilediğince. Bir sandalye, bir de komodin. Kalanını gelen kendine göre döşeyebilirdi. Kimle yaşamak mümkün? Beşik yatağımın yanına sığsa da ben çalışırken kim bakacak ona? İşi bıraksam, özel ders versem evde? Ya öğrenci bulamazsa ne yapardı? Bu öyle bir iki senelik iş değil, uzun bir yol. Annem gelip kalır mı başlarda? Yok, olmaz kesinlikle, anne benim artık. Daha zamanı vardı. Hem bakalım yolunda gidecek miydi işler? Tutunabilecek miydi? Ya düşerse? 

Yeni gelen öğretmen Belgin hâlâ o yaşlı kadının evinde kalıyormuş. Ona sormayı düşünüyordu bir süredir. Neden olmasın? Derin bir oh çekti. Soru işaretleri yağmurla birlikte belirsizlik bulutundan üstüne yağsa da azalmıştı biraz daha. 

Ertesi sabah bulutlar gri, yerler kuruydu. Heyecanla çıkmış, apartmanın demir kapısı kapanmadan köşeyi dönmüştü bile ana caddeye doğru. Yaklaşan otobüsünü görünce koşmaya başladı. Dört durak sonra inip okulun sokağına döndü. Kocaman bahçe kapısından içeri girdi. Mavi saksılardaki sarı çiçekler ve yeşil yapraklarla ilgilenen Fahri selam verdi, ¨Günaydın hocanım. ¨ Selamı sessizce alıp gülümsedi. Tarihi binanın ihtişamlı kapısına doğru hızlı adımlarla ilerledi. 

İlk dersine daha yarım saat vardı. Şanslıysa öğretmenler odasında sıcak bir kahve içebilir, hatta Belgin’le bile karşılaşabilirdi. Bugün salı mı? Onun da ilk dersi boş. Okulun açıldığı hafta salı sabahı tanışmışlardı. Samimiyeti, çekingenliği çekmişti hemen Zehra’yı. Öğretmenler odasında bir sonraki dersini beklerken, kahve molası verdiğinde, yazılıları okurken karşılaşıyorlar, her ¨Görüşürüz. ¨ diyerek ayrıldıklarında dışarıda buluşmak için plan yapmadıklarına, onu eve yemeğe çağıramadığına -her akşam kavga gürültü, kimseyi davet edemez olmuştu- pişman oluyor, sohbetlerinin tadı damağında kalıyordu. Boşanma arifesinde evi bırakmamaya karar verdiği gün, yine Belgin’le sınıflarına gitmek üzere ayrılmışlardı. İlk defa evinin, arkadaşının varlığıyla daha sıcak olabileceğini hissetti. Bir pazar sabahı birlikte kahvaltıyı hazırlayıp, şen kahkahalarla tünedikleri sandalyelerinin üzerinde çaylarını yudumlarken hayal etti ikisini. Şimdi öğretmenler odasına giden merdivenlerin basamaklarını adım adım çıkarken o soruyu kafasında biçimlendiriyordu.

Belgin odanın ortasındaki kocaman masanın sağ başında yeşil mavi şalı boynunda oturmuş, bardağını iki eliyle sımsıkı tutmuştu. Bahçedeki ağacın dallarındaki son sarı yapraklara bakıyordu. Zehra da kendine bir kahve aldıktan sonra, dalgın kadının yanındaki boş sandalyeye oturdu.

¨Günaydın. ¨

O ana kadar etrafındaki hareketliliğin farkında olmayan Belgin kafasını pencereden Zehra’ya çevirdi. Rüzgâr tam kapanmamış bir pencereyi açarak içeriye temiz havayı üfledi. Soğuk da beraberinde gelmişti.

¨Günaydın. Seni düşünüyordum şimdi. Dün nasıl geçti? İyi misin? ¨

¨Bitti… Akşam zor geçer, diye düşünmüştüm. Televizyonu açtım, salonda koltukta yedim. Hoşuma bile gitti. ¨ 

Zehra buruk gülünce yanağındaki gamze karşıdaki camlı dolaptan kendisine göz kırptı. ¨Bir şey soracağım sana; hâlâ o yaşlı kadının yanında kalıyorsun, değil mi? ¨

¨Evet, ama hem çok uzak okula hem de sürekli ‘Aman geç kalma akşam, mahalleli ne der? Hafta sonu gezme, dul kadınsın laf olur.’ deyip duruyor. Sanki çocuğuyum. Maaşıma göre bir yer arıyorum hâlâ. ¨ 

¨Belgin… Biliyorsun çoktan eşyasını aldı Ahmet. Bense evimi bırakmak istemiyorum. Fazla odam da var. Taşınır mısın yanıma? Paylaşırsak kirayı, yeter maaşımız. Hem okula da dört durak. ¨

¨Ciddi misin? İyi düşündün mü? Ahmet’ten yeni kurtuldun, birbirimizi o kadar da tanımıyoruz sonuçta. Tam nefes alacakken…¨

¨İşte tam da bu soruları sorduğun için diyorum, ister misin, diye. Daha yakın birisi boğar kesin. Biz, sanki iki kiracı, yeni tanışmış iki yabancı gibi paylaşabiliriz evi. Yalnız bir şey var, gelmeden bilmen gereken. ¨

Zilin çalmasıyla koridorlarda yankılanan çocuk sesleri Zehra’nın kulaklarında kahkahalar olarak yankılanırken Belgin somurttu. Zehra bu somurtmaya içerledi, sorduğuna pişman olur gibi oldu. Karnındaki elini yeşil, mavi, sarı tomurcuktan Belgin’e fark ettirmeden çekip tekliften vazgeçmek istedi bir an. 

Belgin Zehra’ya döndü. Göz pınarlarındaki minik yaşları sildi. ¨Biliyor musun, oğlumu yerleşene kadar anneme bıraktım. Koridorda koşan çocuklar içimi acıtıyor her seferinde. Bunu bilmen lazım teklifini karara bağlamadan önce. ¨

Zehra içi rahatlamış olarak çantasından siyah beyaz bir ultrason fotoğrafını çıkartıp Belgin’e uzatırken o da kendi yaşlarını siliyordu.

Seçil Erginler

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.