Uçuşa Var Mısın Amca?
Bir elinde baston, diğer eli belinde ağır ağır yürüdü ihtiyar. Teneke bir kutuyu andıran düz ve uzun binayı pür dikkat inceledi. Öylesine uzun, öylesine büyük bir binaydı ki sanki göğün yedi kat yukarısına kadar yükseldiğini düşündü. Birden başı döndü, kalbi sıkıştı, bedeninin ağırlığı altında ezilen sıska bacakları titredi ve hemen gözlerini hala sağlam basmaya çalıştığı sert zemine indirdi. Ayaklarının zeminde sabit durduğunu görünce istemsiz bir şekilde rahatladı ve farkında olmadan tuttuğu nefesini salıverdi.
Bulunduğu yerde düzenli nefesler alıp vererek hızlanan kalp atışlarının düzelmesini beklerken kimseler duymasın diye içinden sövdü. Ne vardı sanki bu kadar yüksek bina yapacak! Eski iki katlı ahşap binaların nesi kötüydü de bu penceresi, balkonu bile olmayan buz gibi, dev, camdan binaları inşa etmişlerdi. Hadi onlar inşa ettiler etmesine de kızı neden gelip bu yüksek binanın yirmi dokuzuncu katına oturmuştu. Sanki bilmiyordu babasının yükseklik korkusu olduğunu.
‘’Kesin ben evine gelmeyeyim diye oturdu buraya’’ diye geçirdi içinden. ‘’Ne kadar yüksek olursa olsun, torunum için değer’’ dedi ve ağır ağır yürürken askerde ranzanın üst katına bile yatmadığı geldi aklına. Bu kadar çok korkuyordu işte yükseklikten. Eski kafalıydı o. Değişimi sevmezdi. Ayağı yere sağlam bassın, altındaki o sert zeminin verdiği güven hiç kaybolmasın isterdi. Uçağa bile binmezdi bu yüzden. Çocukları ne olacak sanki diye çok sıkıştırdığında rahmetli Kemal Sunal’ı öne sürer hepsini susturuverirdi. ‘’Ölüp benden kurtulmak istiyorsanız hemen bineyim uçağa. Kemal Sunal gibi cesedim iner benim uçaktan’’ dediğinde çocukları suspus olur vazgeçerlerdi uçak fikrinden.
Dev döner kapı, başının daha da çok dönmesine neden olmuştu. Tansiyonun yükseldiğini şimdiden hissedebiliyordu. Cebinden çıkarttığı dilaltı hapını aldıktan sonra yürümeye devam etti. Ona asırlar gibi uzun gelen yolun sonunda geldi asansörün önüne. Metal yığını dev parlak kapıyı uzun uzun inceledikten sonra yukarıyı gösteren düğmeyi buldu ve titreyen elleriyle güç bela basmayı başardı. Küçük kapalı alanlardan da çok korkardı ama bu haliyle yirmi dokuzuncu kata merdivenlerden çıkamayacağından emindi. Bir ara çıkmayı düşündü, yüreklenir gibi oldu ama sonra yolun yarısında aşağıya dört kolluyla inmekten korktu ve vazgeçti bu fikrinden.
Asansörün gelmesini beklerken kasketinin altından akan iri ter damlacıkları anlatıyordu aslında yaşadığı heyecanı. Ama torununu görecekti… Onun bir gülüşü, dedem diye boynuna bir atlayışı için her şeye değerdi. Bu yüzden topladı tüm cesaretini ve kendinden emin bir şekilde dikleştirdi kamburunu. O sırada ufak bir çocuk geldi yanına, üzerine garip parlak bir kıyafet giymiş, elinde de kaska benzer bir şapka tutuyordu. Bu haliyle arıcılık yapan adamları hatırlattı ihtiyara, çocuğun gözlerindeki sinsi bakışlar ve minik tombul yüzünde insanın sinirini bozacak bir gülümseme vardı. Çocuk bir süre gözlerini yaşlı adamdan ayırmadan sırıtmayı sürdürdükten sonra ‘’Uçuşa var mısın amca?’’ dedi ve o sinir bozucu gülümsemesi kahkahaya dönüştü. İhtiyar zaten yaşadığı korkudan etrafındakileri duyabilecek durumda değildi ve çocuğun ne dediğini tam olarak anlayamadı. Tam çocuğa eğilip ne dediğini soracaktı ki uzaktan gelen bir telsiz cızırtısıyla çocuk koşarak uzaklaştı.
Sonunda gelen asansöre ağır aksak adımlarla bindiğinde bildiği ne kadar dua varsa okuyordu yaşlı adam. Belki de ömrü hayatında bu kadar çok duayı art ardına okumamıştı hiç. Titreyen elleriyle yeniden düğmeye bastığında üzerine kapanan soğuk metal kapı dehşetinin daha da artmasına neden oldu. Asansör o kadar yavaş çıkıyordu ki ona sanki yıllardır bitmeyen bir yolculukmuş gibi geldi. Boşta kalan eliyle gömleğinin yakasını alıp biraz daha gevşetmeye çalışırken, saçlarının sırılsıklam olduğunu hissetti. Cebinden çıkardığı bir mendille yüzünü, boynunu çevrelemiş olan terleri silmeye başladı, göz ucuyla da minik ekrana baktığında henüz onuncu katta olduğunu görünce okkalı bir küfür savurdu. Nasılsa burada onu kimse duyamaz diye ardı ardına sıraladı küfürleri. Her cümlesinde sesi biraz daha yüksek ve öfkeli çıkıyordu o sırada bir ses duyuldu minik hoparlörden ‘’Bir sorun mu var efendim?’’ duyduğu sesle kaskatı kesilen ihtiyarın korkudan bembeyaz olan yüzü saniyesinde renk değiştirerek allardan al morlardan mor beğenmişti. En iyisi cevap vermemek diye düşündü ve ses birkaç kez tekrarlandıktan sonra kesildiğinde artık yirminci kattaydı. ‘’Çok şükür az kaldı birazdan ineceğim’’ diye içinden geçiriyordu ki bir tık sesi duyuldu ve asansör durdu.
Bir süre ne olduğunu anlamaya çalışarak bekledi. Baktı asansör hareket etmiyor o an telaşa kapıldı, tam bir panik halindeydi. İnmesine iki kat kala neden durmuştu bu lanet asansör sanki… Bir çare ararcasına rastgele tüm düğmelere bastı, hiç düşünmeden, durmadan hızla tüm düğmelere bastı bastı bastı… Hiçbir işe yaramıyordu, kahrolası düğmeler çalışmıyor bu lanet dev kutu yerinden kımıldamıyordu. Sonra birden kımızı renkli düğmeyi gördü ve tüm hıncını ondan almak istercesine öfkeyle defalarca bastı. Çalan alarm sinirlerinin daha da bozulmasına neden oldu. Tam buradan canlı çıkamayacağını, torununu son bir kez göremeden ölüp gideceğini düşünmeye başlamıştı ki yine aynı ses tekrar duyuldu.
‘’Efendim sakin olun ve biraz bekleyin. Sizi oradan çıkartacağız, sadece biraz sabırlı olmanızı rica ediyorum.’’
‘’Evladım ben nefes alamıyorum.’’ diye güç bela konuştu. Eli yeniden kalbinin üzerine gitti öyle hızlı vuruyordu ki sonunun geldiğine artık emindi. Buradan canlı çıkamayacaktı. Bu sefer sessiz değil kalan tüm gücüyle haykırdı küfürlerini. Artık kimsenin duymasından korkmuyordu, nasılsa ölecekti kimin duyduğunun bir önemi yoktu onun için. Kızına hiç istemese de lanetler yağdırdı. Ne diye gelip oturmuştu buraya? Amacı onu öldürmekse eğer başarmak üzereydi, sadece dakikaları hatta saniyeleri kalmıştı. Görüp göreceği son yer bu metal kutuydu işte. Yaşlı bedeni daha fazla dayanamadı ve bir çuval gibi yıkılıverdi. Artık gözleri kapanıyordu, tüm gücüyle kapanmaması için direniyordu ama nafile. Öylesine güçlüydü ki göz kapaklarındaki ağırlık ona sonsuzluk gibi geliyordu. Hiçbir kuvvet bu ağırlığın karşısında direnemezmiş gibi… Tıpkı kendisinin direnemediği gibi. Sonunda kapanmıştı gözleri, belli aralıklarla açabiliyordu ama her seferinde bu daha da zor bir hale geliyordu. Gözleri çok az bir aralıkla yeniden aralandığında kapının açıldığını ve güçlü bir ışığın içeriyi aydınlattığını gördü. Kapıda duran iki karaltının onun için gelen zebaniler olduğunu düşündü ve karanlığın güçlü kollarına teslim oldu.
Gözlerini açtığında etrafına bakmaya korktu, cehennemde olmaktan çok korkuyordu, bu yüzden bir süre bakamadı. Sonra merakına dayanamadı ve göz kapaklarını araladığında kızının salonunda yatmakta olduğunu gördü. O anda torunu heyecanla bağırdı ‘’Uyandı! Uyandı! Dedem uyandı!’’ torunuyla kucaklaştıktan sonra hafifçe doğruldu. Başında bekleyen kızı ve güvenlik memuru rahatlamış görünüyorlardı. Bir bardak su içtikten sonra eski gücüne kavuşmuştu artık. Yanında duran bastonunu eline kaptığı gibi güvenlik memuruna doğru sallamaya başladı ‘’Rezizans yapmayı biliyorsunuz da asansörünü niye dandik yapıyorsunuz? Ölüyordum sizin yüzünüzden!’’ güvenlik memuru ilk önce korksa da sona gülerek ‘’Rezizans değil amca rezidans o’’ dediğinde ihtiyar daha da öfkelendi ‘’Neyse ne! Laf salatası yapma bana işini yap, ölecektim senin yüzünden’’ diye kükrerken boğazını fazla zorladığından öksürük krizine tutuldu. O an yaşlı bir ihtiyar olduğunu hatırlayıp biraz duruldu. Görevli amcayı sakinleştirebilmek için en masum gülümsemesini yüzüne yerleştirdi ve ‘’Haklısın amca. Ama bizim de suçumuz yok, sitenin bir yaramazı var ne yapsam baş edemedim. Akşama kadar uzay mekiği, aya gidiyorum diye asansörlerle oynayıp duruyor. Onun yüzünden sık sık arıza çıkartır oldu asansörler kusura bakma hemen gidip yönetimle konuşurum akşamda evine gider ailesine izah ederiz durumu.’’ Diye kendisini savunduktan sonra yaşlı adam yatışmışa benziyordu.
O geceyi orada geçiren ihtiyar ertesi gün evine gitmek için hazırdı hazır olmasına da bir türlü çıkamıyordu evden. Saatlerdir türlü sebeplerle erteliyordu gidişini, torunu kal diye ısrar edince de üç gün kaldı kızında. Ama artık daha fazla kalamazdı hazırlıksız gelmişti, evini özlemişti. Asansöre binmeye cesaret edemiyordu, onca katı merdivenle de inemezdi. Kimseye de diyemiyordu korktuğunu, ama çaresi yoktu artık bu korkuyla yüzleşecekti. Mecburiyetten bastı yine titreyen elleriyle asansörün düğmesine. Asansör gelip dev kapıları önünde açılınca içinde yine o arıcı kıyafetli çocuğu gördü. Tombul yanaklarıyla kocaman gülümseyerek konuşmaya başladı ‘’Uçuşa var mısın amca?’