Onur Doğan: Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için bununla birlikte bu kadar keyifli ve farklı bir köşede beni de konuk ettiğin için sana, sevgili oyun arkadaşım Alpaslan’a teşekkür ediyorum.
Mevzuya girmeden önce filmi, baştan sona kadar anlatma niyetinde olmadığımı belirtmek isterim. Bu yazıyı filmi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim çünkü daha keyifli olacağını düşünüyorum. Yine de “Ben bu filmi izlemedim fakat yazıyı okumak istiyorum.” diyorsanız filmi tek cümleyle şöyle özetleyebilirim: Sıradan bir kurguyla, sıradan hayatları anlatan ama gayet sıra dışı özelliklere sahip bir kasaba halkının hikayesi… Bence filmin kendisi de bu cümle kadar basit ama bir o kadar da karışık…
Filmi izleyici gözüyle yorumlayarak, seçtiğim sahne hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Onur Ünlü’yü tanıyanlar ve işlerini takip edenler bilir ki, “Onur Ünlü kafası” diye bir şey var. Genel olarak herkesten çok farklı olduğu için Onur Ünlü kafası diye adlandırılır. Elbette bu kafayı çok seven ya da hiç sevmeyen insanlar vardır. Kendi adıma ben, onu çok seven aynı zaman da Onur Ünlü’nün işlerini izlerken kafası yanan ve sürekli olarak bir şeyleri sorgulayan insanlardanım.
Bu filmde sıradan insanların sıra dışı özelliklere sahip olması ilgimi çekti. Ayrıca filmin siyah beyaz olması (2013 yapımı), filmdeki müziklerin tatlılığı ve yerinde kullanımı ve adının “Sen Aydınlatırsın Geceyi” olması, beni çok etkiledi.
Filmi üç kez izledim, her izlediğimde farklı anlar dikkatimi çekti. Zaten filmde birçok metafor var. Bunların bazıları çok net ve basit, bazıları da üzerine düşünülecek metaforlar.
Şimdi, fazla detay vermeden seçtiğim o sahneye geçmek istiyorum: Benim O Sahne’m Cemal’in Yasemin’e William Shakespeare’den ezberleyip söylediği parça.
Yarayla alay eder yaralanmamış olan
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden
Sen çok daha parlaksın çünkü
Sen tüm göklerdeki yıldızların ilki
Sen aydınlatırsın geceyi
ve şöyle devam ediyor Cemal;
O kadar güzel o kadar güzelsin ki Yasemin,
Sana bakmalara doyamıyorum
Bütün bu güzel sözlere karşılık, Yasemin ne yapıyor dersiniz? Cemal’in kafasına kusuyor.
Onur Ünlü ne düşünüp bu sahneyi yazdı da çekti, bilmiyorum. Ben bu sahneyi şöyle yorumluyorum; Yasemin bu kadar iltifata, güzel sözlere, özür dilemelere alışık olmadığı için vücudu tepki gösteriyor ve kusma isteği geliyor. Tabii ki o kusmanın nedenini bir sonraki sahnede anlıyoruz. Tam o an kusmasının asıl nedeni belki daha derindir ama ben buna bağlıyor ya da bağlamak istiyorum, bilemiyorum. Bana böylesi daha basit ve hoş geliyor.
Ben basit ve hoş şeyleri çok severim. Onur Ünlü’nün işleri gibi. Benim O Sahne için yazacaklarım şimdilik bu kadar. Alpaslan’ın bu film için seçtiği sahneyi ve yorumlarını merak ediyor ve O Sahne okurlarına hoşça kal diyorum.

Alpaslan Ayaz: Seçtiğim sahneye geçmeden önce Onur’u biraz öveyim, istedim, düşünüyorum ama maalesef övecek bir şey bulamadım. Elbette iyi olduğu alanlar var ama aklıma gelmiyor şu an. Filme gelecek olursak; Onur, ona ve yönetmenin sinemasına değindi zaten. Bu arada “Onur Ünlü Sineması” adında bir kitap da var. Onu tavsiye etmeden geçmek istemedim.
Bu filmi sevmeme rağmen konuşacak bir sahne seçmekte çok zorlandım. Filmden bağımsız şeyler anlatıp “Onur’un seçtiği sahneyi seçtim,” deyip işin içinden çıkabilirdim. Ama sizi, köşemi çok özledim. O yüzden zorlansam da bir sahneyi kendimce incelemek istedim.
Seçtiğim o sahneye “Benimle İntihar Eder misin?” adını verdim.
Sahne şöyle: Cemal ve Yasemin’i bir kafenin bahçesinde karşılıklı gazoz içerken görüyoruz. Sohbet sırasında Cemal intihar girişimini anlatıyor. Sonrasında doktorun ona verdiği iki kutu hapı cebinden çıkarıp masaya döküyor. “Sen de ister misin?” diye Yasemin’e ikram ediyor. Birlikte şeker yercesine ilacı içiyorlar. Sonra halüsinasyon görmeye başlıyorlar. Bu sahneyi çok beğendim. El ele uçarak tüm şehri gezip sohbet ediyorlar. Kendilerine gelip kusmaya başladıklarında Cemal, Yasemin’e evlenme teklifi ediyor. Böyle teklifi “Onur Ünlü yazardı zaten” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Bir de Cemal’in, Defne ile karşılaşıp kitaplara bakındığı bir sahne vardı. Seyirci olarak ben de Cemal’le birlikte o kitaplara uzun uzun baktım. Bazılarının isimleri belli olmuyordu, yine de dikkatle tek tek hangi kitaplar var, diye bakmaktan kendimi alamadım. “Bu kitapların yönetmenle bir bağlantısı olabilir mi?” diye düşündüm. Biraz üzerine düşünce kitapların, filmin hikayesiyle bağlantısını da sorguladım. Düşündüğümle kaldım. Yine bir bağlantı olduğunu düşünüyorum elbette. Kitapların arasında okumadıklarım var. O yüzden aklıma gelenleri direkt söyleyemiyorum. Siz de bir bakın, üzerine tekrar konuşuruz.
Ah sevgili okurcuğum, bu kadar ciddili yazacağım hiç aklıma gelmemişti. Ama 29. Sayıdaki yazımızın çok sağlam olacağını şimdiden söylemeliyim. Bu arada instagram hesabımızda da yazılar paylaşıyorum. Takip edin, diyemem ama arada bir göz atmanızı tavsiye ederim. Şimdilik gidiyorum. Ya da gitmeden önce bu köşenin nasıl oluştuğunu da anlatayım. Hazır Onur da buradayken.
Şimdi sevgili okurcuğum ben “Halüsinasyon” isimli öykümü yazmış, dergiye göndermiştim. Bu öykü benim için o kadar kıymetliydi ki, gerçek anlamda “ilk öykümü yazdım,” dedim kendi kendime. Bundan önce yazdıklarım da kendince güzeldi ama onlara öykü derken bir adım geri çekiliyordum. Neyse bu öykü yayımlandı tabi. Çok kıymetli mesajlar, eleştiriler aldım. O sırada Onur Bey (büyük ihtimalle) okumadan bir eleştiri yaptı. Bütün tebrik mesajlarım, mutluluğum bir anda havaya uçtu ve ben o an çöktüm. En yakın arkadaşım, dergiyi birlikte kurduğum kişi öykümü beğenmedi ve “Çok uzun,” dedi. Çok uzun dediği öykü de 4 sayfa! Yıllarımı verdiğim şu dergide bana 4 sayfayı çok görmüştü. Ben de sinirlendim “Öykü falan yazmam dergiye” diyerek kendimi geri çektim. Daha önce de mental sağlığım iyi değildi. Bir de dost darbesi yemiştim. Bir şekilde toparlanıp bu köşeyi yazmaya başladım işte. Çok zaman sonra Onur’a öyküyü uzunca anlatıp zorla okuttum. Bu kez beğendi. Belki de onu döveceğimi bildiği için beğendi, bilmiyorum.
Şaka bir yana bunca yıl dergide adını hep gizleyip harıl harıl çalışan, benimle bu yola çıkan, sahne arkadaşım, Tefrika rakibim, canım, ciğerim, kardeşim, abim, dolandırıcım, iflas etmiş bankam, belaların adamı ve bunlar da yetmezmiş gibi köşeme konuk olan güzel insan Onur Doğan’a sonsuz teşekkür ederim.
Öyle işte sevgili okurcuğum… Bir şey anlatmadan duramıyorum galiba. Şimdilik gidiyorum. Siz hep Aylak ile kalın.